Bu ve benzeri hadislerden de anlaşıldığı üzere zekât, ayet-i kerimede bildirilen sekiz sınıfın, bahusus fakirin hakkıdır. Başta sahabe-i kiram olmak üzere bütün müctehidin-i izam ve bütün ümmet, asr-ı saadetten bugüne kadar zekâtın bu sekiz sınıfın hakkı olduğu hususunda icma ve ittifak etmişler ve zekâtlarını bu sınıflara vermişlerdir. Fakat o gizli zındıka komitesinin emri altında çalışan “UNESCO” gibi bazı yardım kuruluşları, âlem-i insaniyet ve İslamiyet’in hususan Türkiye’nin içindeki bazı örgütleri elde edip bütün vakıfları kendilerine bağlayarak, toplanan yardımların kendilerine ulaşmasını temin ettiler.
Mü’minlerden toplanan zekât, sadaka, teberruat, nezir ve kurbanları kendi arzu ve emellerine göre kullanarak, bütün petrollerimize el koydukları gibi bunlara da el koymaktadırlar. Alem-i İslam’da bir kısım ulema-i su’ dahi bu gizli örgütün ve bu gizli örgütün teşkil ettirdiği “UNESCO”nun te’siri altında kalarak zekâtın masrafıyla alakalı ayeti, gayr-ı meşru bir şekilde fasid te’villerle te’vil ederek, zekâtı başka bir mecraya sevk etmek istiyorlar. Hâlbuki zekât, Kur’an-ı Kerim’in tespit ettiği sekiz sınıfın hakkıdır. Ayetin te’vili gayr-ı kabildir. Müfessirin-i izam ve mezhep imamları ayet-i kerimeyi nasıl tefsir etmiş ise, hak odur.
O gizli örgütün tesiri altında kalan ulema-i su’ ise, başta kitab ve sünnete ve bunları izah eden icma ve kıyas-ı fukahaya muhalefet edip te’vilat-ı faside ile müstahak olmayan yerlere zekâtın verileceğini dava ediyorlar. Mesela; vakıflara, derneklere, örgütlere, cemiyetlere, cemaatlere, basın-yayın organlarına, camilere, medreselere, tekye ve dergâhlara, okullara, Kur’an, tefsir, hadis, fıkıh, akaid gib şer’i ilimlerle meşgul olmayıp fen, felsefe ve san’atla meşgul olanlara zekât verileceğini iddia ediyorlar.
Hâlbuki zekâtın bu gibi yerlere verileceğini dava etmek, elbette büyük bir yanlıştır, vebal-i azimdir. Böyle bir yanlışı kabul etmek, şer’an mümkün olmadığı gibi; bu yanlışı içimize sokanın da o gizli zındıka komitesi olduğunu da bilmemiz gerekir. Hatta bugün Müslümanların zekât, sadaka, teberruat, nezir ve kurban gibi mali yardımlarının bir çoğu, hem İslam âleminde, hem de dış ülkelerde bulunan gayr-ı Müslimlerin çocuklarını okutmak ve yeni hürriyetine kavuşan ülkelerde demokrasinin yerleştirilmesi gibi meşru olmayan pek çok yerlere sarf edilmektedir. Alem-i İslam’da bu faaliyeti gösteren pek çok taife mevcuttur. Bu ise, âlem-i insaniyet ve İslamiyet’i titretecek bir hadisedir.
Kur’an-ı Kerim, ehl-i imanın servetini, bahusus zekâtlarını batıl yolla gayrimeşru bir surette toplayan ve bununla iman ve Kur’an nurunu söndürmeye çalışan, insanları Ellah’ın yolu olan Hak Din İslamiyet’ten alıkoyan Yahudi ve Hıristiyanların ahbar ve ruhbanları, bahusus o zındıka komitesi ve bu komitenin tesiri altında kalan ulema-i su hakkında şöyle bir tehdidat-ı azimede bulunuyor: “O gün, o ahbar ve ruhbanın (Kur’an’dan evvel hakiki Tevrat ve İncil’i tahrif etmek için ve Kur’an geldikten sonra da Kur’an’ın nurunu söndürmek için iddihar ettikleri) servetlerinin üzerine Cehennem’in ateşi vaz’ edilerek bir ateş parçası haline getirilir. Onunla yüzleri, yanları ve sırtları dağlanır ve onlara ‘Bu, nefisleriniz için iddihar ettiğiniz servetinizdir. Onların azabını tadın’ denir.”