Bekleyiş (L’attesa) bu hafta diğer filmlere nazaran sessiz sedasız bir şekilde vizyona girdi. Yönetmenliğini İtalyan Piero Messina’nın üstlendiği filmin Venedik Film Festivali’nde 5 dalda aday gösterilip 3 dalda ödül kazandığını söyleyelim.

Filmin başrollerin de Juliette Binoche ve Lou de Laage yer alıyor. Film genç oğlu Giuseppe’nin ölümü ile sarsılan Anna’nın (Juliette Binoche) oğlunu ziyarete gelen sevgilisi Jeanne’ye (Lou de Laage) bu haberi vermek için doğru zamanı beklemesini anlatıyor.

Anna ilk başta kendi abisinin vefat ettiğini ve oğlunun onun için evde olmadığını ve telefonlarına da o yüzden cevap vermediğini söylese de zamanla bu yalanın girdabında kendisi de kaybolmaya başlar. Seyirci olarak bizler de doğruyu bildiğimiz halde genç kızın bekleyişine ortak oluruz.

Anne kaybettiğini kabullenememenin acısını yaşarken genç kız ümidin heyecanını yaşamaktadır. Öyle ki günler geçtikçe sevgilisinin annesi ile arasında sıcak bir dostluk oluşmaya başlar. Anne ise oğlu ölmese gelini olacak bu kızı tanımak için onu minik (kendince masum) yalanlarla konuşturmaya çalışır. Onun masum bir genç kız mı yoksa heyecan peşinde koşan bir kadın mı olduğunu sorgular mesela.

Anne bir yandan bunları yaparken bir yandan da oğlunun hayalini içinde/evinde yaşatmaya çalışmaktadır. Oğlunun ölümünün ardından evin pencerelerini siyah perdelerle kapattıran Anna hem içerideki yaşanmışlıkların dışarıya çıkmasını engellemek ister hem de dışarıdan gelecek ışığın (belki de insanların) onun dünyasını değiştirmemesini ister.

Paskalya kutlamaları sırasında şehre inen Anna’nın kalabalıkların içerisinde oğlunun hayaliyle yaptığı yürüyüş ve Jeanne’nin gerçekleri öğrenmesiyle yok olan ‘bekleyiş’i çok başarılı şekilde ekrana yansıtılmış. Filmin ilerleyişini neredeyse baştan sona tahmin edebildiğiniz halde filmin sevgi, ayrılık, hüzün, özlem gibi duygularının yüreğinize işlemesine engel olamıyorsunuz.

Filmin bir bölümünde bize eşlik eden Leonard Cohen’in “Waiting For The Miracle”ının etkisine girip her şeyin güzelleşeceğine inanmaya başlıyorsunuz.

İki kadının bir erkek üzerinden duygularını çarpıştırdığı bu filmi sevdim. Zaman zaman ilerlemeyecek hissine kapılsanız da filmin ikinci yarısı mesajlarını çok daha iyi aktarıyor.

Film İstanbul’da sadece 6 salonda gösterime girebildi. Yine de bu filme bir şans vermenizi tavsiye ederim.

Üstad Necip Fazıl’ın beklemeyi daha doğrusu bekleneni çok iyi anlattığı o güzel şiiri gelmişti filmi izlerken aklıma. Onun dörtlüğüyle bitirelim yazımızı:

Geçti istemem gelmeni,

Yokluğunda buldum seni;

Bırak vehmimde gölgeni

Gelme, artık neye yarar?