Birleşmiş Milletler’in açıkladığı son rapora göre dünyadaki mülteci sayısı 65 milyona baliğ oldu! Bunun felaket boyutunda büyük bir rakam olduğu aşikâr. Ancak, dünyayı çepeçevre saran savaşlara bakarsak, mülteci sayısının bu denli büyük rakamlara ulaşması doğaldır.

Esasında mülteci meselesi kadim bir mesele. Dünya halkları olarak tüm ülkelerde hepimiz bu soruna maruz kalmışız. Dolayısıyla dededen toruna devam eden kadim bir sorun mültecilik. Şu yerkürede savaşı ve ağır sonuçlarını yaşamamış bir tek topluluk yoktur. Peki, mültecilerin asıl trajedisi nerede yatıyor?

Geçmiş dönemlerde toplumlar daha merhametli idi. En azından 150 yıl öncesine kadar. Zira kimlik kartları ve pasaportlar yoktu. O dönemlerde halklar kapılarını mültecilere kolayca açabiliyordu. Onlarla işbirliği ve dayanışma imkânlarını rahatlıkla oluşturabiliyordu. Çünkü o dönemlerde insanlar mültecilerin doğal paydaşları olabiliyordu. Bu yüzden mülteciler yeni toplumlarıyla bütünleşme sorunu yaşamıyordu.

Türkiye örneği üzerinden yürürsek; toplumda Çerkes, Ermeni, Arap, Afgan vb. farklı ırkların kolayca kaynaştığını görürüz. Tabii ki bu, halklar ve topluluklar düzleminde böyle. İşin bir de hükümet ve devletler boyutu var ki, burada çok farklı durumlar ortaya çıkabilmekte. İşte, dünyadaki mülteci krizinin sebebi tam da burada yatmaktadır. Mülteci trajedisi ulusdevlet zihniyetinin bir ürünüdür. Kendine has bayrağı, marşı, rengi ve ırkı olan, bu özellikleriyle diğer dünya devletlerinden ayrılan yeni devletler mülteci sorununu azdırmıştır.

Eski dönemlerde toplumlar, renk, ırk ve dil farklılıklarını şimdiki kadar önemsemiyordu. 150 yıl önce ortaya çıkan ve tüm hakları vatandaşlık şartına bağlayan bu yeni devlet zihniyeti iğrenç bir ırkçılık anlayışını da beraberinde getirmiştir. Bu ayrımcı anlayış, iğrenç “mülteci” kavramını icat etmiştir. Bu kavram gündelik siyaset dilinde şu anlama geliyor: “Ey mülteci, sen bu ülkenin insanı değilsin! Ayrıca, bu ülkenin vatandaşlarının sahip olduğu haklara sahip değilsin!”

Bugün Avrupa’da tırmanan aşırı sağ hareketleri göç ve mülteci akımını bütünüyle engellemek istemektedir. Günümüzde Avrupa kıtasında, özellikle İtalya ve Yunanistan’da mülteciler insanlık dışı şartlarda göz altında tutulmaktadır! Keza, Malezya ve Endonezya gibi çok büyük imkânlara sahip Müslüman ülkeler, Rohingya Müslümanlarının teknelerini kıyılarından uzaklaştırarak onları okyanusta boğulmaya ya da savaşın ve ölümün kol gezdiği ülkelerine geri dönmeye terk etmektedir!

68 yıl önce vatanlarını terk etmek zorunda kalan Filistinlilerin mültecilik hayatı halen devam etmektedir. Bu zaman zarfında ne bir Arap devleti ne de bir başka İslam ülkesi Filistinlilere insana yaraşır bir muamele göstermiş değildir! Topraklarından geçmelerine bile izin vermiyorlar!

Mültecilerin geleceğinden halkların sorumlu olduğu dönemlerde “mülteci” kelimesi bilinmiyordu. Onların geleceğini ve toplumla bütünleşip bütünleşemeyeceklerini belirleyen devlet ve hükümetler olalı, dünya çok daha ırkçı, çok daha kin dolu bir yer haline geldi!

“Mülteciler” kavramı gerçekten kötü bir kavram. Çünkü; “Sen benden farklısın. Ben bu ülkenin vatandaşıyım, onun pasaportunu taşıyorum, bir işim var, kredi kartım var. Sen ise şu çadırda bekleyip payına düşecek insani yardımların yolunu gözleyen birisin. Vatandaşlık haklarımda bana ortak olma hakkın yok!” anlamına gelmekte…

Allah ecdadımıza rahmet eylesin. Onlar bizden çok daha merhametli idiler…

Çeviri: Fethi Güngör