Eğitim-öğretim için kökten “yeni” bir şey yapmak ne mümkün ne de gerekli. Ama şunu söyleyebiliriz ki temel eğitim sürecinde verilmesi gereken “temel”in ne olduğu, ilkellerin/eskilerin bile bilinci dahilindeydi. Çevresini, bedenini ve ruhunu tanıyan, yaşamı boyunca kendisi ve çevresi için huzur, güven ve konforun bir parçası olan insanoğlunun yolculuğu bugüne kadar değişmemiştir.

Bu tabiata ekleyebileceğimiz sosyal ve işlevsel donanımlar elbette her toplum için kazanım olacaktır. Ahlak ve değerler eğitimi de bunun bir parçasıdır ama en temel ihtiyaç; koruma, savunma ve yaşama dinamiklerinden mahrum kalmamaktır. En kutlu dava, başkasının da bir davası olduğunun farkında bir hayat yaşayabilmek olmalıdır.

Temel eğitim süreçlerinde sağlıklı bir değerlendirme ile çocuklarımızı zekâ, algı, eğilim, yetenek ve beceri ekseninde tanımamız gerektiğine şüphe yok. Öğretmen, pedagog ve veli ile öğrenci üzerinde yapılacak bir değerlendirme sonucunda çocuklarımızı yatkın oldukları alanlara yönlendirmeli ve ortaöğretimi yaygın biçimde düzenlemeliyiz. Meslek, sanat ve zanaat ediniminin akademik süreçlere geçişini zorlaştırmalı ve erken yaşlarda çalışma hayatına başlayabilecekleri bir sistem oluşturmalıyız.

Açık söyleyeyim, mevcut durumda pek çok programda ne yazık ki genç nüfusun işsizliğini ötelemekten ve bu dinamik süreci boşa harcamaktan başka bir şey yapmıyoruz. Mesleki formasyon veren ortaokul ve ilgili lise programlarının yeterli olacağı bir altyapı kurmalı ve öğretmenleri de buna göre eğitmeliyiz.

Çok iyi özel okullarımız ve çok iyi özel üniversitelerimiz var. Ama bu kurumlar ülkenin akademik ve entelektüel potansiyelinin doğal sonucu olan, kamuya açık kurumlar değil eğitim endüstrisi içerisindeki lüks tüketim ürünleridir. Bu kurumların dünya ile yarışıyor olması, çok iyi yabancı dil öğretiyor olmaları ve Batılı eğitim modelleri uygulamaları, endüstriyel anlamda bir başarı hikâyesi olabilir ancak bu kurumların varlığı, bu ülkede millî eğitim konusunda işlerin iyiye gittiğini göstermez. Çünkü devlet, her kesimi içine alan bir kaliteli eğitim hizmeti sunmak zorundadır.

Tarım ve hayvancılık, botanik, estetik, sosyal hizmet, sağlık hizmetleri, otomotiv, inşaat, peyzaj, grafik tasarım, bilgisayar, malzeme, plastik, ahşap, kimya, kozmetik, makine, yiyecek-içecek, tekstil ve giyim, iletişim, güvenlik, müzik ve resim liseleri açmalıyız.

Böylece alanında uzmanlaşmaya ve meslek edinmeye yönelmiş bir gençliğin üniversite kapılarında beklemek zorunda hissetmeyeceği bir eğitim sürecini hazırlamalıyız. Aksi halde ortaöğretim, öğrenciyi üniversite için hazırlayan ve dört yıl akademik eğitim için bekleten bir istasyon konumunu korumaya devam edecektir…

Bugünün temel sorunu, dindar ya da laiklerin modern koşullarda eğitim verdiklerinde eskilerden çok daha bilinçli ve çok daha donanımlı bir nesil yetiştirdiklerine inanmalarıdır. Fakat basit olan şu ki insanoğlu için on sekiz yaşına kadar verebileceğiniz eğitim onun biyolojik ve ruhsal altyapısına yani ilahî/tabiî doğasına uygun düşen donanımlarla sınırlıdır.

Eğitim-öğretim alanı, ister laik isterse dindar pencereden bakılsın, kutlu bir dava olarak anlaşılmaktadır. Esasen bedenin, beynin ve ruhun eğitimi son derece ilkel/kadim bir iştir. Bedensel, sanatsal ve sosyal etkinlikler yoluyla ruhsal alanın olabildiğince iyileştirilmesi esastır. Bireyin normalleşmesi, iyileştirilmesi ve potansiyelini öğrenmesi ile de toplumsal refah hedeflenmelidir…