Sıçrayarak uyandığında henüz sabah ezanı okunmamıştı. Dizlerini göğsüne kavuşturarak bir müddet boşluğa bakarak yatağında oturdu. Sonra derinden gelen bazı seslerin Saba makamında olduğunu anlayınca çevik bir hamleyle ayağa kalkıp banyoya yöneldi. Duşunu alırken heyecanını biraz olsun yatıştırabilmek için belli belirsiz bir şekilde “Bu sevdalar bizim, bu memleket bizim, hepimizin” türküsünü mırıldanmaya başladığında ise, neredeyse çocukluğundan bu yana bayramlar dahil bu denli telaşlı bir sevince kapılmadığının farkına vardı.
Hızlıca kurulandı, deterjan ıtri üzerine sinmiş ütülü pak çamaşırlarını ve önemli zamanlarda kullandığı yüzde 100 pamuktan yapılmış, Suriye menşeli bembeyaz cellabiyesini giydi. Seccadesini kıbleye doğru serip namazını kılması ardından, uzun uzun dualar edip bol bol Nasr Sûresi’ni okudu. Boynu eğik bir şekilde seccadesi üzerinde yaptığı bu içten yakarışlarına gözlerinden süzülen yaşların eşlik etmesine her nedense engel olamıyordu. Sonra kalktı, giysi dolabından en yeni ve güzel kıyafetlerini çıkardı. Aynanın karşısında giyindi, tarandı ve derlenip toparlandı. Yurt dışında yaşayan bir yakınının ziyaretine geldiği bir ara hediye ettiği ve oldukça pahalı olduğunu düşündüğü, bu nedenle de sadece özel günlerde kullandığı zencefilli Frenk kokusundan bu kez bolca süründü. Akşam özenle parlattığı; ancak henüz yeni sayılabileceği için gereğince esneyememiş iskarpinlerini kerata yardımıyla giydi ve derince bir nefes aldı. Şimdi yola koyulmaya çok daha hazır hissediyordu kendisini. “Ya Allah” diyerek evinin kapısından dışarı attı, çok yaşlı olmasa da son zamanlarda oldukça genişlemiş yorgun bedenini.
Yol boyu sık sık dudaklarının kıpırdadığı fark edilebilirdi; ancak yüzüne yansıyan duygunun tedirginlik mi yoksa huzur mu olduğunu ayırt edebilmek bu denli kolay değildi. Hedefine doğru ilerlerken içinde bulunduğu ruh halinin şiddetli bir coşkuya dönüştüğünü şimdi kendisi de kalp atışlarının ritminden anlayabiliyordu. Binaya vardığında ilgili bölüme erişebilmek için son derece kendinden emin ve seri adımlarla merdivenleri çıktı.
Daha önce de bunun gibi eylemler gerçekleştirmişti; ama bu kez çok daha farklı bir anlamı olduğunu çok iyi biliyordu. Setreli alana ulaşırken gözlerinin önünden tüm insanlık tarihi geçti; Suriye’de öldürülen on binlerce masum çocuğu düşündü. Dünyanın tüm ezilmiş, sindirilmiş, yaralanmış, gelecekleri çalınmış mazlum halkları aklına geldiğinde boğuntulu bir hisse kapıldı. Çok uzun zamandır ülkesinde operasyon yaparak milletin iradesine diz çöktürmeye çalışan global odakları ve onlarla iş tutmaya teşne lokal mahfilleri düşündüğünde ise yüzünde beliren acı ve hiddet dolu derin çizgileri fark edebilmek için hiç de büyük bir gayret göstermeye gerek yoktu.
Hançeresinden gayri ihtiyari ve kendisini de şaşkınlığa düşürecek bir şekilde;
“Kara yılan der ki harbe oturak
Nerde düşman görsek orda bitirek
Vurun Antepliler namus günüdür
Vurun Türk milleti kavga günüdür” dizeleri sadır oldu. Tarihsel eylemini tamamlamak üzere olmanın verdiği mutlulukla dışarı çıktı ve pleksiglasdan mamul kilitli sandığa elindeki kapalı zarfı nazikçe bıraktı ve salonda bulunan görevlilere dönerek “Vatana millete hayırlı olur inşallah” dedi. Onlar da zarifçe mukabele ettiler. “Tevekkeltü al Allah” ve “O en yüce vekildir” şeklinde mırıldandı sakince binadan ayrılırken. Bu esnada geleceğe ilişkin umut dolu bir tebessümün tüm yüz ifadesine sindiğini kim görse anlardı…
Selam ve duayla….
* Bu yazı, 5 Haziran 2015 tarihinde Diriliş Postası gazetesinde yayınlanan yazımın tekrar düzenlenmiş yeni versiyonudur, hayırlı olsun.