Gezi olaylarından sonra nur topu gibi bir oluşumumuz dünyaya gelmişti. Adına “Oy ve Ötesi” dediler. Oyunu anladık, ötesini sandıkların başına gitmeden anlayamamıştık. Siyasetten uzak lay lay lom yaşayan Y kuşağının, devrim yapamayacaklarını anladıklarında, bari oylarımıza sahip çıkalım modunda bir oluşum kurduklarını sanmıştık başlangıçtı. Meğer Fethullah’ın da parmağı varmış. İlk seçimden itibaren anlayabilirdik bunu, fakat iyi niyetimizle hedef ortaklığına yorduk.
Yerel seçimler vardı ve sandık başında müşahit olmuştum. Eğitimler almış, kitapçıkları yutar gibi okumuştuk yanlış bir şey yapmayalım diye. Sonra onlar geldiler, 7-8 kişi, biri geliyor, öbürü gidiyordu. Her biri bir parti ismi söyleyerek giriyordu sandıkların içine; ama hepsi Oy ve Ötesi’ydi. Tam sandıklar sayılırken, abiler, üniversiteli bir genci getirip bıraktı. “Dikkatli ol ha!” diyerek ikaz etmeyi de ihmal etmeden.
Genç çocuğun ilk kez böyle bir ortama girdiği belliydi. Sayımı durdurup durdurup “Bu böyle miydi?” diye sorarken, Oy ve Ötesi ablaları ona yardım ediyordu. Üsküdar’daydım ve hepsi açık açık CHP’ye çalışıyordu. “Hedefleri aynı, birlikte çalışmaları normal” şeklinde yorumlamıştım o günlerde. Bu hedef 3 seçimdir hep aynıydı zaten. Cumhurbaşkanlığı seçiminde Ekmeleddin’e çalışırken de, 7 Haziran seçimlerinde HDP’ye çalışırken de. Çalışsınlar tabii ki, yeter ki demokratik yollarla çalışıp haklarını arasınlar. Ama rica etsem, sandık başlarında biraz daha sakin olamazlar mı? En ufak bir şeyde agresif davranmanın, kavga çıkartmanın ne alemi var? Sandık başındaki insanların moralini bozmak, seçim sonuçlarını mı değiştirecek? Belki de, bir bildikleri vardır herhalde…
7 Haziran seçimlerinde artık müşahit değil, sandık başındaydım. Oy ve Ötesi ve dahi avukatları gelip gidiyordu yine. Yine gergin, yine en ufak bir şeyde üzerimize atlayacak modda. Bir karı-koca oy kullanmak için gelmişti. Adam karısının özürlü belgesini göstererek, oy kabinine birlikte girmek istedi. Belgeye baktık, evet kitapçıkta yazdığına göre birlikte girebilirlerdi. İzin verdik biz de. Tam o sırada Oy ve Ötesi’nin avukatı kapıdan içeri girdi. “Onlar niye birlikte giriyor?” diyerek bizi azarladı. Evet, azarladı. Bildiğiniz, çocuk azarlar gibi azarladı. Biz, sevgi pıtırcıkları gibi sakince durumu anlattık önce. “Ne özrü varmış?” demeye başladı sonra da. Gittikçe sinirler gerildi. Sandık başında zaten her partiden insan vardı. Müşahitler de durumu görmüştü. Buna rağmen ortamı gerdikçe gerdi.
En sonunda adam kabinden çıkıp, “Eşimin gözleri görmüyor, ona yardımcı oluyorum. Niye bu kadar üzerimize geliyorsunuz?” demek zorunda kaldı. Avukat susabildi sonunda, ama ortam yeterince gerilmiş, vatandaşın morali bozulmuştu.
Sahi, bu avukat niye sinirlenmişti bu kadar?
Oy kullanacak kişi özürlü demiştik. Anladı bunu tabii ki, özürlü insanların en çok AK Parti’ye oy kullanabileceğini de anladı. Başının açık olması bir şeyi değiştirmezdi. O da biliyordu AK Parti’nin özürlülere yaptığı olağanüstü şeyleri. Özürlü ailesine maaş bağladığını, ücretsiz rehabilite hizmeti verdiğini. O da biliyordu özürlülerin AK Parti’den başka seçeneği olmadığını. Belki dedi, belki engelleyebilirim. Bir kişi bir kişidir diye düşündü. Kim bilir daha başka neler düşündü.
Veya hiçbir şey düşünmedi de, sırf olay çıkartmak için oradaydı. Çünkü onların olduğu yerde, her dakikada bir olay çıkıyordu.
Şimdi diyorum ki, sevgili Oy ve Ötesi, mümkünse bu seçim biraz sakin kalın. Ortamı germek falan, gereksiz uğraşlar bunlar. Hem bir sandığın başında 10 kişi olacağınıza, kiminiz de Güneydoğu’ya falan gidin. Sandıklar taşınmasın diye çırpındınız ya, gidin sahip çıkın oradaki oylara da. Sahi oralar zaten sizindi, ne gerek vardı değil mi? Benim ki de laf işte.