Sinemanın edebiyatla olan ilişkisi sinemadan çok önce başlar. Sanatın tarihiyle yaşıt belki… Net bir vakit veremeyeceğim. Fekat asırlara dayandığını söyleyebilirim. Kültür dediğimiz şeyin birikerek çoğalan, damıtıla damıtıla bugüne gelen bir serüven olduğunu düşünürsek edebiyat ile sinema irtibatının su sızmaz derecede seyrettiğini görebiliriz.
Bu ahval ve şeraitte geçtiğimiz günlerde Sakarya’da bir programa katıldım. “Yedi Güzel Adam Öncülüğünde Yeni Türkiye Gençliği” başlıklı seminer dizisine sinemayı da eklemişler. Akademisyen arkadaşım Ali Koçak’ın daveti ile “Yedi Güzel Sinema” başlıklı bir sunum yaptım.
Program ilk teklif edildiğinde Yedi Güzel Adam’ı yedi filmle özdeşleştirilip izah etmeye çalışmanın bu denli cüretkar bir şey olduğunun farkında değildim. Zira gördüm ki, seçtiğim filmler ve o yedi güzel isim ışıl ışıl bir projeksiyon sağlıyor.
“Yedi Güzel Adam ve Yedi Güzel Film” başlıklı çalışmayı zannedersem ilk defa yaptık. Ve yakın zamanda yeni mecralarda genişletilmiş olarak devam ettirmeyi düşünüyorum.
İşte bu yedi güzel film ve o güzel isimlerle bağlantısını -kısaca da olsa- bu köşede de ifade etmek istiyorum.
Başlarken şunu vurgulamam gerekir ki, bu 7 film dışında çok başka eserler de Yedi Güzel Adam ile özdeşleşebilir. Burada zikredeceğim filmler öncelikle aklıma gelenler ve üzerinde düşündüklerimdir. Özet olarak geçeceğim değerlendirmeleri ileride ayrıntılı olarak neşretmeyi de planlıyorum.
Cahit Zarifoğlu: Düşler Diyarı
2012 yapımı Düşler Diyarı, otostopla Avrupa’yı dolaşan Zarifoğlu’nun dünyayı anlamlandırmasıyla paralel bir seyir izliyor. Bir çocuğun gözünden ‘leğen’ metaforuyla modern zamanın acımasızlığını ifade etmeye çabalayan yönetmen Benh Zeitlin, adeta Zarifoğlu’nun ‘Ne çok acı var’ mısraını deşifre ediyor.
Nuri Pakdil: Düşüş (The Fall)
Soru işaretinin peşinden koşan güzel adamların epik ve matematik olarak kelimelere nizam vermesinden yola çıktığımızda soluğu Düşüş’te (The Fall) alabiliriz. 2006 yapımı olan filmde hayal ile gerçek, an ile zaman, çocukluk ile dünyanın ergenliği kıyasıya yarışır. Pakdil’in ustaca kelimeleri yarıştırması ve yatıştırması gibi…
Sezai Karakoç: Selam Sinema (Karakoç normalde listede olmamasına rağmen proje bağlamında öyle uygun görüldü)
Sanatla omuz omuza hakikat medeniyetinin izini süren ve soru işaretleriyle tarifini satırlarına nakşeden Üstad Karakoç’un Yitik Cennet’ine bir yolculuktur adeta Selam Sinema… Muhsin Mahmelbaf’ın, sinemanın 100. yılı için hazırladığı filmini aynı zamanda hayatın manasına dair yorum olarak perdeye çıkarır. Karakoç’un, sinemaya dair zamanı aşan yorumlarıyla birlikte izlendiğinde Selam Sinema, tam olarak ‘sinema-hayat ilişkisi’ne dair manzarayı resmediyor. Üstad, sinema salonunu ‘bir çeşit karanlık ayin mekânı’ olarak nitelendirir. Bu bağlamda sinemanın, insanın âlemi algısına dair müthiş bir çerçeve işbirliğine şahitlik ediyoruz.
Rasim Özdenören: Baraka
Gül Yetiştiren Adam’ın eskisinde kalan yeni dünya… Zamane algısının anlamlandıramadığı eski dünya… Baraka, hayatı ve dünyayı saf haliyle görebileceğimiz eşsiz bir yapım. Rasim Özdenören’in Gül Yetiştiren Adam’ındaki şaşkınlıkla izleyeceğimiz bir dünya var Baraka’da. Dünyanın dört bir yanından onlarca farklı inanca ve mekâna dair müşahitliğimiz, Özdenören’in Müslümanca Yaşamak derken kastettiği bakışın saf hali, Gül Yetiştiren Adam’ın dünyayı yeniden algılama çabası gibidir…
Erdem Bayazıt: Wall-E
“Dünyanın ağırlığına eklesek yıldızları, ayı, güneşi / Gene de ağır basarsın ey kalbim, ey kalbimin güneşi” der Erdem Bayazıt. Doğanın, alemin şairi. Wall-E’de ironisi yapılan tüketim toplumu da Bayazıt’ın ağırlığından bahsettiği dünya algısını ifade eder. 2008 yapımı animasyondan yola çıkarak kalbe ağır gelen ve ağır basan duygulara Bayazıt’ın dizelerinden ulaşabiliriz. Bir de Afrika der ya Bayazıt… Wall-E’nin zamanında yaşanamayan dünyaya gidilen yol bu işte. Afrika’ya özlem duyma zamanımız yaklaşıyor. Önünde sonunda, özlemimiz Afrika olacak.
Akif İnan: Dövüş Kulübü (Fight Club)
Duamdır; Fight Club! Filmin sonuna doğru, sistemi temsil eden devasa binaların yerle yeksan oluşu… Akif İnan’ın, şairliği yanında sendikacılığı da işte böyledir. Şiirsel bir dille kapitalist sistemin dibine dinamit ekmek… Sakıncalı sahneleri ve aşırı merkezci sinema tarzına rağmen Dövüş Kulübü, kapitalist sistemle mücadelenin satırlarıyla Akif İnan’a uzanabilir…
Alaaddin Özdenören: Bal
‘Güneş Donanması’nda “Haydi muhacir, kalk” derken Alaaddin Özdenören, Bal’daki Yusuf’un rüyalarında bir türlü ulaşamadığı hicrete işaret eder. Semih Kaplanoğlu’nun Yusuf Üçlemesi’nin son filmi olan Bal’da Yusuf, yaşadığı toplum içerisinde muhacir durumundadır. Kekelemesi, fazlasıyla susması… “Ve öğret onlara / Kelimelerin nasıl dizildiğini / Usta askerler gibi” diye devam eder şiirine Alaaddin Özdenören. Kaplanoğlu sinemasında da film dilinin bütün ögeleri usta askerler gibi dizilir. Maksadının askeri olan bir sanat söz konusudur.