28 Temmuz öğle saatlerinde Manavgat’ta başlayan ve kısa zamanda Muğla, Aydın, Antalya, Adana, Isparta ve Denizli başta olmak üzere 46 ilin çeşitli noktalarına yayılan orman yangını, geride acı bir felaket tablosu bırakarak büyük ölçüde kontrol altına alındı. Son bilgilere göre 214 noktaya yayılan yangınların 202’sinde kontrol büyük ölçüde sağlanırken; kalan yerlerde de canla başla söndürme faaliyetleri devam etmektedir.
Türkiye’nin yakın tarihinde şimdiki kadar geniş çapta ve yıkıcı etkiler bırakan yangın felaketleri pek görülmedi. Önceki asırlarda toplumu derinden yaralayan yangınlar, tamamen ahşap olan yapıların hâkim olduğu şehirler ve köylerin yanmasıyla oluyordu. İnsan kayıplarının da çok olduğu bu yangınlar toplumda derin izler bırakıyor ve sonraki dönemlerde de “büyük yangından önce veya sonra” gibi toplum hafızasında sürekli canlı kalıyordu.
Geçmiş dönemlerde köylerde çıkan yangınları ahali kendi imkânları ile söndürüyor veya müdahale edemeyerek kendi haline bırakıyordu. İstanbul başta olmak üzere şehirlerde çıkan yangınlar, ilk zamanlar balta, kova, merdiven, kürek, bir küp suyun evlerde ve resmi yerlerde mecbur tutulmasıyla Acemioğlanları, 18. asırdan itibaren Tulumbacılar ve 1828 yılında itibaren de yeni kurulan ve askeri nitelik taşıyan itfaiye ile söndürülüyordu.
Modern zamanda, itfaiye teşkilatı ve yangın söndürmek için imkânlar geçmiş dönemlerle kıyas edilemeyecek düzeydedir. Fakat bu dönemlerde orman yangınları daha önceki asırlara göre çok daha sık görülmektedir. Bunda iklim şartlarının değişmesinin etkisi olmakla beraber terör veya dikkatsizliklerden kaynaklanan insan faktörü de büyük rol oynamaktadır.
Manavgat’ta başlayan ve 214 noktaya sıçrayan yangını, büyüklüğü ve geniş alana yayılması ile Türkiye ilk defa yaşamaktadır. Yangın tamamen söndürüldükten sonra sebepleri ile ilgili resmi bilgileri elbette öğreneceğiz. Fakat Yunanistan, Amerika, İtalya, Romanya, Fransa, Kanada, Avustralya, Güney Amerika ve Afrika’nın birçok bölgesi aynı felaketle mücadele etmektedir. Amerika’da üç hafta önce başlayan yangın hala devam söndürülememiştir. Yani dünya küresel bir felaket ile karşı karşıyadır. Buna, dünyanın topyekûn COVİD 19 salgını, zaman zaman görülen depremler ve yıkıcı sel felaketlerinin pençesindeki çaresizlikler de eklenirse, iklim değişikliği ve çevre tahribatının getirdiği felaketin boyutları daha iyi anlaşılır.
Yani şu anda toplum olarak yaşadığımız yangın felaketi sadece bize özgü değildir. Genel anlamda iklim değişikliği, çevre tahribatı ve terör saldırıları neticesi oluşabilen bu tarz felaketlere karşı yeterli bir hazırlığımızın olmadığı da ortadır. Devletler, güvenlik için silahlanmaya ayırdıkları imkânları daha da genişleterek, yangın, sel, deprem ve teröre karşı çevre güvenliği için teyakkuzda olmalıdırlar. Çeşitli sebeplerle dağların, tepelerin, derelerin, ırmakların ve ormanların talan ve tahribatını engellemek, gelecek nesillere yaşanılabilir bir dünya bırakabilmek asli görevdir.
Çevre tahribatı ile kapıya dayanan doğa felaketlerinin şakası yoktur; önüne geleni yok etmektedir. Kapitalizm, doymayan cüssesi, ürettiği silahlar, kimyasallar ve hoyratça talanı ile dünyayı yaşanmaz hale getirmiştir; tabiatın dengesi bozulmuştur. İklim değişmiştir; dolayısıyla bundan sonra dünya çok sıkça ve tahrip edici bir şekilde doğa felaketlerine muhatap olacaktır. İklim değişikliği ile mücadele ve çevreyi koruma siyasi çekişmelerin üstünde, rant kaygısından uzak, ve yüksek insani bir bilinç ile yürütülmediği sürece bu mücadeleyi kaybederiz.
Yangın bölgelerinde elbette yeni binalar yapılacaktır fakat gönüllerde eskiler hep özlem olarak kalacaktır. Dayanışma ile yaralarımıza deva olacağız.