Geçen hafta Cuma günü bir grup gazeteci, yazar, akademisyen arkadaşla birlikte Kültür Bakanımız Yalçın Topçu ile uzun bir hasbıhal toplantısı yaptık. Katılımcıların en rahatsız olduğu konulardan birisi de kültürel iktidarın öneminin hala yeterince anlaşılamamış olması ve buna bağlı olarak da ihtiyaç duyulan uzun soluklu çalışmaların yapılamamış olmasıydı. AK Parti iktidarı süresince siyasi iktidarın sağlanabilmesi için büyük mücadeleler verilmiş, bu güne kadar itilmiş, kakılmış, horlanmış, bu toprakların öz çocuklarının talepleri önemli ölçüde gerçekleştirilmiştir. Ancak iktidar mücadelesi verilirken, iktidarın önemli bileşenlerinden, tamamlayıcı unsurlarından; hatta iktidarın doğurucu unsurlarından birisi olan kültürel iktidar konusu es geçilmiştir. Bu es geçilmenin bedeli de ağır olmuştur. Mesela Gezi suratımıza akşedilmiş okkalı bir şamardır.
Gezi olayları kültürel iktidarın kalkışması ve darbe girişimidir. Herkesin gözü önünde gerçekleşen olaylar, düşünce ve duygu kodu üretme başarısı olan odakların, nasıl kitlesel hipnoz oluşturma kabiliyetine sahip olduklarını göstermiştir. İşte tam burada çarpıcı bir gerçekle karşı karşıya kalıyoruz. Gezi’de aktif rol olan, şamata çıkaran, şov yapan, kitlesel manipülasyonda ön safta yer alan zevatın neredeyse dörtte biri, Şehir Tiyatroları’nın maaşlı elemanlarıydılar. Yani İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin, yani Refah Partisi’nden AK Parti’ye aynı siyasi çizginin iktidar olduğu bir belediyenin çalışanları. Yani büyük çoğunluğu bizzat AK Parti döneminde işe alınmış insanlar. Yani dindar, muhafazakâr kadrolar 20 yıldır belediyelerde, 13 yıldır tüm ülkede iktidar olmalarına karşın sanat, spor, fikir ve kültür alanlarında söylemi belirleyecek, zihinsel ve duygusal kod üretecek bir seviyeye ulaşamamıştır. Bırakın böyle bir seviyeye ulaşmayı, siyasal iktidar olmadan önce sahip olunan toplumu etkileme seviyesinin bile gerisine gidilmiştir. Modern sanatları bir yana bıraktım, binlerce yıllık bir geçmişe sahip olduğumuz edebiyatta bile 15 yıl önce bulunduğumuz seviyenin gerisindeyiz. Hal böyle olunca sadece Gezi gibi kritik kriz süreçlerinde değil, gündelik yaşamdan en politik kararlara kadar uzanan süreçlerde küresel ve yerli egemenler, zahiren iktidarı yitirmiş gözükse de önemli ölçüde bir kayıp yaşamaksızın iktidarlarını sürdürebilme imkânına sahip olabilmektedir. Kültürel iktidar başkalarının ellerinde olduğu sürece dünyaya söz söyleme vizyonu ile hareket eden, misyon sahibi lider ve samimi icraatçı kadroların tüm iç enerjileri önemli ölçüde heba olup gitmektedir. Özetle bir talimatla, bir yasayla bir bakışla bir gecenin sabahında kültürel iktidarda pay sahibi olmak mümkün değilse de bu konu mühim.
Bu mühim konuyu Türkiye’nin kritik virajlarından birisinde görev alan, dava adamı, dertli bir Anadolu çocuğuyla konuşmak, konuşabilmek ayrıca mühim ve ümit verici. Sayın Bakan siyasetin ve bürokrasinin içinden yoğrularak gelmiş birisi. Türkiye’nin iki kritik döneminde elini taşın altına, ateşin içine sokmaktan çekinmemiş bir kişi. Karınca olmaya, İbrahim’in ateşine su taşımaya talip birisi. Bu nedenle katılımcılar da somut örneklerle Balkanlardan Kafkaslara, Ortadoğu’dan Türkistan’a uzanan coğrafyalardan acı tatlı, gülümseten, hüzünlendiren bilgiler aktardılar. Bir hasbıhal toplantısı, bir misyon, bir ufuk toplantısına dönüştü. Bakan Bey sadece samimiyetiyle değil, birikim ve vizyonuyla da katılımcıların takdirlerini kazanmasını bildi. Hepimiz daha yakından anladık ki, işte bu yüzden Yalçın Topçu ismi birilerini rahatsız ediyor.