Aslında hangi düşüncenin yaban ya da yabancı, hangisinin modern ya da evcil olup olmadığı konusu son derece izafidir.

“Kime göre, neye göre” sorgulaması yapıldığında, bu izafiyetin çok net bir fotoğrafına ulaşılamasa da oldukça önemli sonuçlarla yepyeni bir bakış açısına erişilebileceği muhakkaktır.

Bugün kendisini her şeyin merkezine koyan Batı düşünce tarzının bilim, felsefe ve medeniyet algısını dayatmaya çalıştığı da dikkatli bakanların gözünden kaçmamıştır.

Batı, kendi içinden çıkan bu dikkatli gözleri, müdrik akılları dışlasa da onlar gerçekleri haykırmaktan asla vazgeçmediler.

C. Levi-Strauss, “Yaban Düşünce”sinde, hakir görülen ve yabanda yaşayan kabilelerin aslında şaşırtıcı dikkatlerini, tabiata saygılarını ve hayatta kalma kabiliyetlerini çok derin saha çalışmalarına dayanarak ortaya koydu; tıpkı Franz Kafka’nın da övdüğü yabandakiler gibi.

Jack Goody, “Batı’daki Doğu” çalışmasında, Batı’nın Doğu’dan aldıklarını nasıl inkâr ettiğini, aslında kurduğu medeniyetin en temel yapı taşlarından birinin de İslam medeniyeti olduğunu çok açık ve ispatlı bir şekilde ortaya koydu.

Ticaretin, sanatın ve bilimin Doğu’dan Batı’ya doğru akan nehrini inkâra kalkan gerçek bir “icatçılık”la karşı karşıyayız.

“Modern düşünceyi ancak Batı geliştirebilirdi. Doğu ise bu konuda sadece taklitçi olabilir” diyen ve Doğu’yu aşağılayan nobran anlayışa karşı Doğu’nun çok daha organize bir akılla mücadele etmesi gerekiyor.

Yunan felsefesi ya da Batı bilimi bu seviyeye ulaşırken etkileşim içerisinde bulunduğu Doğu Medeniyetleri’nin (Sümer, Mezopotamya, Mısır, Fenike, İslam) kendisinin uygarlığına olan etki ve katkılarını nasıl görmezden geldiğini Martin Bernal, “Kara Atena” isimli çalışmasında çok çarpıcı tespitleriyle gündeme taşıdı.

Prof. Dr. Fuat Sezgin’in hem kendisi hem de hocası Hellmut Ritter, Batı’nın, “Biz yaptık, keşfettik, icat ettik.” dediği pek çok şeyin aslında nasıl “üzerine çökülenler” olduğunu, Batılı bilim insanlarının âdeta gözlerine soktu.

Batı’ya göre yaban ya da yabancı olanlar aslında Batı tarafından bilinçli olarak dışlananlardır.

Zira, medeniyetin tek temsilcisi olmanın yolunun, kendilerinden başkasının “yaban” olmasından geçtiğini, bunun, akıl ve mantığını kullanamayanlara karşı kazanılmış bir “zafer”leri olduğunu iyi işlemeleri gerekiyordu.

Eric Voegelin de “Batı’nın işine gelmeyenleri yazdığını” savunduğu tezi kabul görmeyince Mısır’a yerleşip Müslüman olmayı tercih etti.

Çünkü o, tek medeni olanların ya da düşünebilenlerin kendileri olmadığını çok derin mülahazalarla Batı’nın yüzüne vuruyordu.

Öyle anlaşılıyor ki Batı düşüncesi hâlâ bu travma ile yüzleşmeye hazır değil.

Fakat yine öyle anlaşılıyor ki Batı’nın bu sürekli kendini yüceltip diğerlerini aşağılayan anlayışı bir anlatı krizine işaret eden, “anlatı enflasyonu”na dönüşmüştür.

Otuzdan fazla esere imza atan İngiliz düşünür Edward Carpenter, “Batı Uygarlığının Krizi” çalışmasıyla yine Batı’nın kibirli tavrını darmadağın edip yepyeni bir anlatı inşa ediyor.

Daha onlarca Batılı ve Batı’nın fikri zeminini sarsan isim sayabilirim.

Lakin yazının hacmi zorlanacağı için bu kadarı kâfi diyelim.

Batı düşüncesinin ve biliminin bu faşist, ırkçı yanını da “Bilim Kilisesi” çalışmasıyla Paul Feyerabend’e bırakalım:

“Batı’da yetişmiş ve Batı mefkuresini çok derinden sarmış düşünürlere, Doğu’dan ve sarsıcı fikirlerle destek verecek yeterince düşünürün olmaması…”

Doğu, fikri ve teknolojik üstünlüğünü Batı’ya kaptırdığından beri ne yazık ki iç muhasebesini hâlâ tamamlayamamıştır.

Neredeyse her alanda silahlarıyla savaşmak zorunda olduğumuz Batı, elbette ve en azından psikolojik üstünlüğünü hissettirecektir.

Uygarlık tarihi, insanlığın tarihidir ve her toplum ona -Amazon yerlileri de dâhil- kendi çapı kadar katkıda bulunmuştur.

Yaban ya da modern bakışlar ise konuma göre bakışlardır.

Zira bir İnka ya da Aztek de Gazze’ye baksaydı kendini “medeniyetin beşiği” olarak gören ABD’ye yabani ya da barbar demez miydi?