Düşmanı gözümüzde olduğundan çok büyütünce, gerçeklik algımızı yitiriyoruz. Bu durum en çok “düşmana yarıyor” haliyle. Çünkü savaşın en önemli kısmını psikolojik harp oluşturur ve genellikle algıyı en iyi yöneten savaşın galibi olur.
Bizim neslimiz, “abartılı Siyonizm masallarıyla” büyüdü. Bunda elbette koskoca Arap ordularının altı gün içerisinde İsrail karşısında hezimete uğraması yatıyor. Bu tarihten sonra her taşın altında bir Siyonist arar hale geldik.
ASIL DÜŞMAN: GERÇEĞİN YOK EDİLMESİ
Dünyada yaşanan tüm gelişmeler, “üç-beş Yahudi işadamının” dudaklarından çıkan kararlara göre şekilleniyordu. Olayları böyle okumanın pratik bir sonucu var: Gerçeği öğrenmek için hiçbir efor sarf etmiyorsunuz. Böylece düşünmenize, araştırmanıza gerek kalmıyor. Fakat bu size öyle büyük bir “acziyet hali” yaşatıyor ki, güven duygunuz zedeleniyor, düşmanı yenemeyeceğinize dair büyük bir karamsarlığa kapılıyorsunuz.
Komplo teorilerinin toplumda açtığı en büyük yara budur: Güvensizlik ve çaresizlik.
11 Eylül’de ABD büyük bir hasara mı uğradı? O gün “binlerce Yahudi’nin işe gitmediği” yalanına inanırsınız biter. Koca koca strateji uzmanları ABD’nin Irak’ı işgal etmek için 11 Eylül’ü tezgahladığını iddia ettiler. Üstelik, bu tarihten 10 yıl önce Irak’ın zaten işgal edilip üçe bölündüğü gibi sarih bir gerçeği görmezden gelerek. İkiz kulelerde binlerce masumun bir terör saldırısında yaşamını yitirdiği gerçektir. Fakat en az onun kadar gerçek olan şey, ABD‘nin bu saldırı karşısında çaresiz kaldığıdır.
Kendi halklarına karşı gaddarca davranan Arap diktatörlerinin İsrail karşısında başaramadığını, Gazze’ye sıkışmış tecrit altındaki Filistin halkı nasıl başardı? ABD, 19 yıl boyunca savaştığı Afgan halkı karşısında çaresiz kalıp, nasıl barışa yanaştı? Tüm Batı ülkelerinin desteklediği darbe girişimine karşı Venezuela nasıl diz çökmedi?
Ya biz? CIA destekli 15 Temmuz darbesine, gözü dönmüş katil sürülerine rağmen nasıl direnip, düşmanı bozguna uğrattık?
TOPLUMA ZEHİR SAÇIYORLAR
Yalan üreterek “kariyer yapanların” şehvetini hiçbir şeyin söndüremeyeceğini biliyorum. Dört ay önce virüsü ABD’nin Çin’i yok etmek için ürettiğini iddia edenler, bugün ABD’de ölü sayısı 30 binleri aşınca tam tersini iddia edebiliyorlar mesela.
Kısa bir süre sonra aşının piyasa çıkacağını fakat bu aşının “kısırlık” yapacağını iddia ediyorlar. Virüsü bahane edip, tüm insanlara çip takacaklarını; Müslümanları kontrol edip, nüfusunu azaltacaklarını, tüm bu yaşananların arka planında bunların olduğunu söylüyorlar şimdi utanmadan.
Geçtiğimiz cuma gecesi sokağa çıkma yasağını duyunca insanların marketlere hücum etmesinde işte bu “yalancı takımının” toplum belleğinde açtığı yaralar var. Eğer insanlar salgından etkileneceklerine inanmış olsalardı, o marketleri balık istifi gibi doldururlar mıydı? Sağlık Bakanlığının tüm uyarılarını hiçe saymalarında “salgını gerçek bir hastalık” olarak değil, adını koyamadığı “hayali güç odaklarının ürettiği siyasi bir kavganın argümanı” olarak görmeleri yatıyor.
Bu biyolojik bir silahsa bile yapanın elinde patladı. Gerçek şu ki, ABD’de morglar cesetleri almadığı için konteynerlar mobil morglara dönüşmüş durumda. Sağlık sistemi çöküşün eşiğinde. Dünyanın süper gücü, isyan çıkmasını engellemek için askerlerini şehirlere yığıyor.
Buna karşın, Türkiye, 15 yılda yaptığı devasa sağlık yatırımlarıyla salgınla güçlü bir şekilde savaşabiliyor.
Başarabilmemizin tek bir yolu var: Güven duygumuzu zedeletmeyeceğiz. Yalanlara, hurafelere inanmayacağız.