1 Kasım 2015 Pazar.

Saat 19.55.

AK Parti iç ve dış statükoya ve vesayet barikatlarına rağmen seçimleri kazandı.

Türkiye, ümmet coğrafyasının bir parçası.

Merkezinde Bilad-ı Rum var. Ama Rumeli’nden, El-Cezîre’den/Mezapotamya’dan, Bilad-ı Şam’dan da parçalar taşıyan bir coğrafya parçası…

Buralarda yabancılaşma hâkim olmuştu; kimliğimiz yenilmiş ya da tutsak düşmüştü. Buralarda ulusçu, batıcı, vesayetçi rejimler sahne kurmuştu.

Şimdilik yapılabilen, onların sahnesinde alan açmak, vesayetin zincirlerini kırmaya çalışmak.

Türkiye toplumu Osmanlı geleneğinin tecrübelerini ve acılarını taşıyan bir halk. Islah öncüleri kırılmıştı, tasfiye edilmişti. Ama 1970’li yıllarda yeniden yeşeren İslami uyanış sürecine muhatap olmuş bir halk.

Kimliğimizi ve özgünlüğümüzü arıyoruz.

En önemli imkânı R. Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti Hareketi’nin açtığı özgürlük ve kendine yeterlilik hamlesi oluşturdu. Önümüz açıldı. Ümmetin ümidi göğerdi.

Ancak 07 Haziran Genel Seçimleri bir kırılmaydı.

1 Kasım Seçimleri’nde Türkiye halkı ve Müslümanları hikmet ve feraset birikimlerindeki ariflikle bu badireyi de aşmasını bildi.

Şu anda Gazze’de havai fişekler atılıyor. İsrail’de hüzün.

Diriliş Postası’nın imkânları sınırlı. Yazılarımızı geç olmadan gazeteye ulaştırmak zorundaydık.

Ancak seçimlerin ümmeti sevindirecek bir şekilde sonuç vermesi bizi orta ve uzun vadeli hedeflerimizi unutacak şımarıklığa itmemelidir. Vesayetten kurtulduğumuzu ilan etme aceleciliğine düşülmemelidir.

Yeni yetişen gençler için korku romanlarını hatırlatabilir; ama bizler fişlendiğimiz, takibatlara uğradığımız, DGM’lerde yargılandığımız günleri unutamadık.

Daha dün, yani 28 Şubat Darbesi’nin 1997-2002 sürecinde inanç ve düşüncelerimizden vazgeçmediğimiz için camii çıkışlarında biber gazlarıyla, elektrikli coplarla, eğitimli köpeklerle, ZPT’lerle, tazyikli pis sularla alabildiğine hırpalandığımız anları; evlerimize terörle mücadele timlerinin keyfi gerekçelerle gece ve seher vakitlerinde yaptıkları baskınları, haksız gözaltıları, işkenceleri unutabilir miyiz?

Ya işkence hallerini, tehditlerini ve korkusunu…

Ya ekonomik istikrasızlığı, yüzde 60’ları 80’leri geçen enflasyonu; sabahın köründe sıraya girdiğimiz hastane kuyruklarını; üniversite gençliğinin en önemli özleminin Türkiye’yi terk edip rızkını Avrupa ve Amerika ülkelerinde arama çaresizliğini…

Rabbimiz ‘Hatırlat hatırlatma fayda verirse’ (87/9) diyor.

Dünkü zulümler yerli ve İslami olanı dönüştürmeye çalışan yerel vesayetin ya da istikbarın dayattıklarıydı.

Bugün ise küresel vesayet ile, küresel kapitalizmin yayılmacı hegemonyası ile karşı karşıya olduğumuzu asla unutmamak gerekli.

Türkiye’nin önünde yakın bir döneme kadar ekmeğimizi modernitenin formu olan kapitalist işleyişten başka elde edilecek bir seçenek gözükmüyor. Bu bir zorunluluk.

Reel durumdaki zorunluluk iki kıskacı oluşturuyor.

Birinci kıskaç; karşı olduğumuz kapitalist kalkınma formuna mecbur olduğumuz anafor.

İkinci kıskaç; hem ABD’si, AB’si ile Eski Kapitalist Bloğun hem Çin’i, Rusya’sı, Hindistan’ı ile Yeni Kapitalist Blok’un Türkiye’nin öncülük etmesi muhtemel bir Ortadoğu Ekonomik Paktı’na tahammüllerinin olmaması.

Onlar bizim için, özne olmamızı engelleyecek bir rol biçiyorlar.

Özne olmaya, vesayetten kurtulmaya çalışan bir Türkiye onlar için her an Mısır gibi askeri ve sivil bir darbe planının nesnesi haline getirebilir.

Seçim sonuçları, fıtratıyla barışmak isteyen halkımız ve yitirdiği değerleri yeniden kuşanmak isteyen ümmetimiz ve ümmetimizin maslahatı için önemli bir aşamadır.

Bu kazanım bizi rehavete ve gevşekliğe sürüklememeli. Dikilecek daha çok söküğümüz var.

7 Haziran sonuçlarıyla ilgili yapıcı özeleştiriye de ihtiyacımız çok.