Önceki yazımda, Gülenci fedailerle ilgili ‘güvenlik sorunu’ndan bahsetmiş, ama onları yönlendiren bozulmuş İslami telakkilerin daha tehlikeli olduğunu belirtmiştim.

Çünkü bu telakkiler ‘mehdilik’ gibi ezoterikinançlara (müritlere öğretilen özel bâtini görüşlere) dayanmaktadır.

İtikadını yanlış gördüğüm hiçbir Müslümanı tahfif etmem; etmememiz gerekir. O insanları vahyin açık-seçik ve tek anlama gelen muhkem ayetleri ile âdabı içinde uyarmaya çalışırım, çalışmamız gerekir.

Akiflerden, Mevdudilerden, Kutuplardan daha sonra da istişari olarak Kur’an’dan ve Resulullah’ın (s) Siret’inden öğrendiğim bu. Yine öğrendiğim o ki İslam’ın siyaseti ayrı, itikadı ayrı değildir.

Ayrıca biz mü’minlerin İslami konuları reel politikaya göre değil, Rabbimizin rızasını gözeterek değerlendirmesi gerekir.

İslamilik kılıfı ile güvenlik sorunu çıkartan ezoterik inançlar meselesine gelirsek.

Şii ve Sünni ekollerdeki bâtini eğilimlerin mehdi telakkileri farklıdır. Örneğin Şii İsmaililerin mehdisi farklı, 12 İmamcı Şiilerin ki farklıdır. Selefilerin ve mutasavvıfların mehdisi de rivayet ekollerine göre değişmektedir.

Mehdinin kimliğini belirleme konusunda bile mezhepçilik, taifecilik, tarikatçılık büyük bir çekişme içindedir.

Kaldı ki Gülen’in ezoterik yaklaşımları içinde Resul ile görüşme; Resul’ün evleri, kampları, Olimpiyat Statyumu’nu dolaşması, hatta kurulu sofralara ziyaretçi olarak gelmesi bile söz konusudur.

Gülen’in gaybi alanla irtibatlı ermiş bir ruh (gavs veya kutub) olduğu yakıştırması ile müritleri, onda olağanüstülükler vehmetmektedir.

Hizmet Cemaati’nin güvenlik sorunu oluşturan elemanları da, Gülen’e atfedilen bu tür gaybi güç kurguları, sanıları ile yönlendirilmekte veya motive edilmektedir.

Birikimini bu sıkıntılı cemaat uğruna heder eden Ali Bulaç, ‘Din-Kent ve Cemaat’ kitabında Gülen’in Mehdi ve İsa’nın nüzulü ile ilgili düşüncelerinin kınanmamasını belirttikten sonra; ‘mehdilik inancı’nın 800’lü yıllarda akaid kitaplarına girdiğini; ‘nüzul inancı’ konusunda da nass olarak sübut ve delâlette kesinlik şartının gerekli olduğunu belirtmektedir.

Kelamcılarımız Kur’an bütünlüğünden çıkan bu ilkeyi gaybi konularda ‘Sübutu kat’î, delâleti kat’î’ ifadesiyle formüle etmişlerdir.

Allah’tan gelen ve korunmuşluğu sabit/kesin olan (sübutu kat’î) nasslar, sadece mutlak ilim ifade eden Kur’an-ı Kerim’dedir. Resulullah’tan gelen ve aslı Kur’an’da bulunan ayetlerin açılımıyla ilgili sabit/kesin sünnet (mütevatir sünnet) ise gaybi konularla ilgili değil, uygulamalarla/amelle ilgilidir. Zira Resulullah’ın da akaid kitabı Kur’an’dır.

Delâleti kat’î nass/ayet ise manası açık ve tek anlama gelen; kapalılık, mecazlık, müteşabihlik taşımayan yani yorum kaldırmayan ayetlerdir.

Örnek:

‘Allah yaratan, yoktan var eden, şekil verendir’ (59/24; 112/4). Demek ki Allah’ın akıl, ruh, nefs olarak taşması felsefesi (sudur) ve onun bir parçası olan Nuru Muhammedi görüşü Kur’an’la çelişmektedir.

‘Allah yaratılmışlara benzemez’ (42/11) Demek ki Vahdet-i Vucüd felsefesinde olduğu gibi ‘Allah’ta bir olmak’ veya ‘Allah’la bütünleşmek’ anlayışı tevhid değil, bizatihi vahyi ölçüleri çiğnemektir.

‘Zan hak’tan hiçbir şey ifade etmez’ (53/28) Resul’ün ruhuyla buluşmak gibi aşırı vehim, şek-şüphe taşıyan anlatılar da, delâleti kat’î olmayan veya Kur’an’da bulunmayan yorum ve rivayetler de İslam inancımızı/akaidimizi oluşturamaz. Onlar ancak kelam disiplini ve felsefeyle ilgili olabilirler.

Muhkem/açık ayetlerle çelişen yaklaşım sahiplerinden bazılarının insanları Allah adıyla aldattıkları (35/5) ve bazılarının da vahyin kelimelerini yerlerinden değiştirdikleri (5/13) unutulmamalıdır.

Eylemci Selefi çizgiyi durdurabilmek için keşf, rüya veya ebced hesaplarıyla gayb biliciliği yapanların, zan ve vehim peşinde koşanların zaaflarla dolu bâtini ekollerini öne çıkartmak çözüm değildir.

Çözüm, Resulullah (s) gibi vahyin açık-seçik ve evrensel mesajı ve ölçeleriyle hayatı okuyabilmektir.