Zaman ve mekân?

Koskocaman bir umman…

Bir coğrafyası var ümmetin,

Ufukları kaplayan…

Bir hilâli var zirvesinde,

Allah adıyla tamamlayan…

Ama acıları var yeryüzünde,

Arzı hüzünle kaplayan…

Yara, bere ve gözyaşı,

Istırapla ağlayan…

Âh ümmet, sana ne oldu?

Neden baharların kış oldu?

Niçin pembe yüzlerin soldu?

Niye yüreğin kan ağlar oldu?

***

Ölüm mü geldi yoksa sana?

Ya da ölümcül bir hayat mı?

Hayır hayır, bırakma kendini,

Kaybetme onca servetini!

Hele bir umutlan,

Sonra da davran!

Hele bir kalk!

Silkin ve tozları at!

Diriliş lâzım şimdi,

Hem de tâ özden!

Muştular var şimdi,

O yüce Rabb’den…

Durma, kalk ve yürü,

Sonra koş Hakk’a doğru…

Açılacak kapılar sana,

Cennetlerden yana!

Haydi, ışıldasın gözlerin,

Gülsün artık yüzlerin,

Tutsun Hakkı ellerin,

Hazır belki şehadetin…

***

Va’di var Rabbimizin;

Allah, mü’minlerden,

Cennet karşılığında,

Canlarını ve mallarını,

Satın almıştır…” (Tevbe, 9/111).

***

Âh ümmetin genç evlâdı,

Kaybolmadık neyin kaldı?

Hani tesettürün nere gitti?

Hani nerde edebin, hayân,

Nedir ellerinde olan?

Küfrün ağını saran!

Önce bir dön kendine,

Sonra da bak hedefine!

Seni bekliyor koca ümmet,

Gözyaşı döküyor binler fert…

Acılar yüreğimi burkar,

Rabbim, ne olur ümmeti kurtar?

***

Şimdi yüreğin coşsun,

Hakk aşkıyla yansın,

Ümitle ufuklara baksın,

Hilâldeki Aşkullah’ı görsün!

Haydi, ne durursun?

Ayakların yürüsün!

Hele bir bak etrafına,

Davran hem sancağına!

Kelime-i Tevhid’i kucakla,

Tükenmeyen bir aşkla!

Seni bekliyor Cafer-i Tayyar’lar,

Sancağı diken Ulubatlı Hasan’lar…