AK Parti’yi destekleyen dindarların büyük bir kısmı, hep 4 şeyi öne çıkardı: “Türkiye’de demokratikleşmeyi yerleştirme ve vesayet kurumlarıyla mücadele”, “Yeni Anayasa”, “Kürt sorununun çözümü ve PKK’nın silah bırakması” ile “İslam dünyasında ‘Ümmet’ anlayışıyla umut olabilmek”.
AK Parti, hala Türkiye’nin umudu olmaya devam ediyor. 2002 ruhundan uzaklaşmış görülmesinin nedeni ise, iç siyasetteki dalgalanma ve yerleşik düzen mücadelesi… Öte yandan, AK Parti’nin bir hareket haline gelmemesi de ciddi etken tabii.
Bir yandan Suriye’de ve Ortadoğu başta olmak üzere Ön Asya, Afrika ve diğer coğrafyalardaki yeni paylaşım savaşı… Ülke içinde “Paralel Yapı”yla mücadele… Geleneksel devlet kurumlarının hala tam anlamıyla demokratikleşmemesi gibi etkenler AK Parti’yi de ciddi oranda etkiledi, parti bugüne dek kendini getirebildi. Partinin rantını kullanan tetikçi yazarlar da türedi, kirli iş adamları da sahneye çıktı, haramzadeler var oldu. Bütün bunların yanında gerçekten Arakan’dan Patani’ye, Somali’den Darfur’a, Halep’ten Açe’ye, Kazakistan’dan Srilanka’ya, Kürdistan’dan Türkistan’a kadar ümmet için uğraşanlar, koşuşturanlar yollarına devam etti, edecekler de. Mesele bir cefa ve sefadan çok aslında ümmet olma meselesidir, çoğulculaşmadır, daha da önemlisi kurumsal değişikliği sağlayabilmektir.
Türkiye, eğer gerçekten büyümek istiyorsa, gerçekten Anadolu’dan çıkmak istiyorsa, çoğulcu bir yapıyla demokratikleşmek istiyorsa öncelikli olarak kendi içinde kurumsal değişimini sağlamalı. Bunun için adres Anayasa’nın bir an önce değiştirilmesi. Türkiye’nin değiştireceği Anayasa, asla ve asla yalnızca Misak-ı Milli ile sınırlı değil, bir ümmet anayasası olmalıdır. Avrupa Birliği örneğinde olduğu gibi… Türkiye’nin anayasası, İslam milletleri için de bir umut olmalı, onları harekete geçirebilmelidir.
Seçimler öncesi çok sayıda şikâyetlerimiz, eleştirilerimiz, kızgınlıklarımız elbette vardır, olacaktır da. Yanlış gördüğümüz birçok şeyi şu an eleştirmiyoruz ve susuyoruz. Tabir yerindeyse fitne fesat olmaması için kuyulara konuşuyoruz. Bir şeyi “ıslah” etmek ile bir şeyi tamamen “yok” saymanın farkına hepimizin varması gerekiyor.
Bizler bu ümmet coğrafyasında “ümmet” için kavga ederken, birileri kendi çıkarları, kendi koltukları veya kendi ideolojilik kavgalarına AK Parti’yi alet edebilirler, bu bizde nefret de uyandırabilir, küskünlük de. Ancak unutulmamalıdır ki, mesele sadece Türkiye’de olup bitenle değerlendirilmeyecek kadar mühimdir.
Recep Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu sevgisini ya da varsa nefretini okurken, hem ulusal hem de uluslararası boyuttan okumaya gayret etmeliyiz. Bir ülkede iktisadi bağımsızlık olmadan siyasi bağımsızlık olmadığını gördüğümüzde konuyu daha iyi kavrarız.
Bu bakımdan mevcut seçimlerde ortaya çıkacak sonuç ne olursa olsun AK Parti’nin “yeniden ıslahına” öncelik verilmeli ve buna katkı sağlanmalıdır. Elimizde itiraz ettiğimiz bir deneyim var ve bunun belirli yerlerinin yanlış gittiğini düşünüyoruz, bunu yıkmaktansa yeniden ıslahının daha mümkün olduğunu görmeliyiz. Ümmet ve Türkiye çıkarları için AK Parti’yi bu yöne doğru itmeliyiz. Bu bakımdan siz kendi bulunduğunuz yere ve ne için mücadele ettiğinize bakın. Eğer derdiniz, çoğulculaşmış bir Türkiye ise, herkesin kendini ifade ettiği bir sistem ise, ümmet ise bunun için yeniden ıslah sürecini başlatabilirsiniz.
Etrafta tetikçilik yapan, bu mahalleye sonradan gelmişlerin laflarına bakmayın, onlar ilk rüzgârla terk edenlerden olurlar, siz yürüyüşünüze odaklanın. 7 Haziran’a kadar derdinizi kuyulara anlatın, 7 Haziran gecesi ıslah için sesinizi daha güçlü çıkarın: İyiliği emredin, kötülükten sakındırın, baktınız olmuyor, o vakit terk edersiniz gemiyi…