Geçtiğimiz günlerde bir ödül töreninde yaşananlar gündemi uzun süre işgal etti. Ödül alan sözde sanatçılardan birinin kendi köpeğinden bahisle konuyu köpeklerin yaşam hakkına getirmesi salonda büyük alkış aldı. Aynı ödül töreninde Gazze’de katledilen binlerce bebek ve çocuk için aynı tonda açıklama gelmemesi hepimize “Sanat nedir, sanatçı kimdir? sorusunu hatırlattı.
Sanat, özel bir gerçekliği yansıtma biçimidir. Ancak bu yansıtma biçimini toplumsal değerler belirler. Sanat, deha düzeyindeki zekânın; var olana karşı tepkisinin tutarlı bir bütünlük içerisinde somutlaştığı bir alandır. Sanatçı bununla birlikte olması gerekeni de vurgular. Picasso’nun tarifiyle sanatçı; düşünen, izleyen, dinleyen, gören, irdeleyip yargılayan; insanlığın, insan olmanın, yaşamın ne anlama geldiği üzerine kafa yoran ve duygularını, düşüncelerini estetik yolla ifade edebilendir. Sanatçının bir diğer özelliği de gerçekleri görmesini sağlayacak olgunluğa ve sağduyuya sahip olabilmesidir. Doğruyu gözetmeyen, çevresinde olup bitenleri göremeyen, bunlara tepki veremeyen, yaşamında gerçeği idrak etmekten aciz olan kişilerin sanatçı olması mümkün değildir.
Ülkemizde maalesef sanat denilince eğlence sektörü akıllara geliyor. Tıpkı sinema veya tiyatro denilince komedinin akla gelmesi gibi. Bizde trajedi yok, bunu anlıyoruz. Lakin her şeyin dönüp dolaşıp eğlenceye ve kaba güldürüye bağlandığı bir sanat anlayışının sağlıklı olmadığı da aşikâr olsa gerek. İsim vermemize gerek yok sanırım. Son 10 yılın en çok izlenen filmlerine bir bakın; ne dediğimiz daha iyi anlaşılır.
Tefekkürle, vicdanla, ahlakla en fazla ilintili olması gereken sanatın ülkemizdeki bu acınası hâlini tek başına “dünyevileşme” ile açıklamak zordur. Bizde modern sanat prematüre doğduğu için olsa gerek, hiçbir zaman olgunluk emaresi gösteremedi. Elbette bunu müzik, sinema ve televizyon sektörünü dikkate alarak söylüyoruz. Geleneksel sanatlarımızda nispeten toparlanma görünüyor olsa da eğlence sektörü olarak adlandırılan alandaki nitelik sorunu bariz şekilde devam ediyor. Hâlen yönetmenlik yapan Semih Kaplanoğlu, Zeki Demirkubuz, İsmail Güneş, Nuri Bilge Ceylan, Derviş Zaim, Mesut Uçakan, Reha Erdem gibi birkaç ismi saymazsak bugünkü sinemamızın nitelikten çok niceliğe göre yol aldığını belirtmek durumundayız.
Sanatçı olması şart değil; herhangi bir insanın, Gazze’de dünyanın gözleri önünde bir dram yaşanırken evinde kendisini bekleyen köpeğinden bahsetmesi ve salondaki yığınların bunu hararetle alkışlaması; açık bir eksen kaymasına, insan olmanın gerektirdiği asgari duyarlılığın yitip gittiğine işaret ediyor. Bir millet için bundan daha tehlikeli bir durum düşünemiyorum. Sırf ırkından ve inancından dolayı katliama uğrayan insanları görmemek, görmek istememek ve dahası başıboş köpeklerden bahisle bu acı çeken insanları aşağılamak sözün bittiği yerdir.
Beşiktaş Kongresinde Gazze’deki dramı gündeme getirmek isteyen bir konuşmacının mikrofonunu kapatarak “Burası Filistin’in konuşulacağı yer değil” diyen divan başkanının insanlıktan aldığı nasip de benzer bir arızayı haber veriyor. Kaldı ki sosyal meselelerde en duyarlı kesim olan Beşiktaş’ın kongresinde yapılan bu açık saygısızlık, yukarıda bahsettiğim ırkçı bakış açısının ürünüdür. Yoksa Güney Amerika’da tekmelenen bir baykuş için protesto düzenleyen Beşiktaş taraftarının, bu divan başkanı ile aynı zihniyette olmadığı açıktır.
Mesele önce insan olmaktır. Sonra sanatçı olursun, sporcu olursun, siyasetçi olursun veya ünlü olursun. Önce insan olmayı başaramayan hiç kimse, sonrasını sağlıklı şekilde getiremez. Ülkemizdeki durum bu sakatlığın izlerini taşıyor. Milletimizin, sanatı bir nevi hafiflik olarak algılaması, bu durumun neticelerindendir. Millet bu sözde sanatçıları izler, onların yalan dünyalarını takip eder lakin hiçbir zaman kendi çocuklarının onlar gibi olmasını istemez.
Milletimizin bu algısı değişmeden ülkemizdeki sanat ve sanatçı kalitesinin artmasını beklemek mümkün görünmüyor. Sanatçı ile “komedyen” kelimelerinin âdeta eş anlamda kullanıldığı böylesi bir manzaradan insanlık adına, vicdan adına, ahlak adına bir örneklik çıkmasını beklemek; nehirlerin tersine akmasını beklemek kadar hayalî olur. Bu sözde sanatçıların tek bir şehidimiz için açıklama yapmadıkları hâlde teröristler için “insan hakları” adı altında paylaşım yapmaları, Gezi kalkışmasında ülkenin seçilmiş başbakanını hedef almaları, askerimize ağza alınmayacak iftiralar atmaları, ülkenin cumhurbaşkanına oy verdi diye milletin yarısından çoğuna “aptal” diyerek hakaret etmeleri, başıboş köpeklerin katlettiği onlarca çocuğumuz için tek bir kelime etmezken saldırgan köpekleri barınağa götürmeye çalışan belediye çalışanlarına saldırmaları hatta ölümle tehdit etmeleri, daha deprem gecesinde “Ak Parti’ye oy verdiniz; bunu hak ettiniz, size yardım mardım yok” diyebilmeleri mankurtlaşmış bir sözde sanatçı tayfasıyla imtihan olduğumuzun açık göstergeleridir.
Fakat şu da var ki; bu sözde sanatçıları izlemek ve alkışlamak aynı kısır döngünün devam etmesine hizmet ediyor. Bu millet, bu sözde sanatçı tayfasına tahammül etmek zorunda değil. İnsanı tefekküre davet eden sanat için daha çok yolumuz olduğunun bilincindeyiz lakin bir yerden başlamak zorundayız. Bunun yolu da değerlerimizle alay eden, irademize saldıran, ahlaksızlığı alışkanlık durumuna getiren bu sözde sanatçı güruhuna sırtımızı dönmekten geçiyor. Aksi hâlde bu güruh Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya devam eder ve bizler de bunun onursuzluğunu sineye çeken millet olarak tarihe geçeriz.