Suriyeliler diye bir gündemimiz var. Bitmek bilmeyen bir gündem. Kavram işgaline uğradığımız için onlara muhacir demiyoruz, mülteci diyoruz. Öyle ki onu bile demeyenler var. Suriyeliler diyorlar. Suriyeliler gitsin demekten başka bir şey bilmiyorlar. Çok çocuklu bir Suriyeli aile fotoğrafı düşüyor internete örneğin, neden çocuk yaptıklarını sorguluyorlar. Faşizm böyle bir şey. Düştüyseniz, kimseyi düştüğünüze ikna edemezsiniz, bir faşisti hele h,ç ikna edemezsiniz, mutlu olmaya hakkınız yoktur, gülerken videonuz düşerse bunlar neden mutlu derler. Çamura batmanız gerekir, açlıktan ölmek üzere olmanız gerekir ki mağdur olduğunuza inansınlar.
Neyse. Türkiye neden ev sahibi? Ülkemiz ekonomik olarak şaha mı kalktı? Hayır tabii ki, kriz var. Dört bir yandan emperyalistlerle savaştayız da üstelik. Ancak bunların önemi yok. Biz onlara bakacağız. Bizim görevimiz bu. Türkiye, mazlumların babası. Dini, ırkı fark etmeksizin herkesin sığınabildiği tek ülke. Çocukların korkmadığı, bilakis sevdiği tek asker Türk askeridir dünyada. Allah bize bu vazifeyi yüklemiş. Kader defterinde Türkiye, mazlum kelimesinin yanında yer almış. Alparslan Türkeş gizlice Cezayir’e, Necmettin Erbakan gizlice Bosna’ya silah gönderirken de Türkiye’nin ekonomisi iyi değildi, hatta daha kötüydü. Ama gönderdiler. Yaptırımı olduğunu bile bile gönderdiler. Üstelik buna zahirde mecbur da değildiler. Niçin gönderdiler? Batında mecburdu da ondan. Türkiye olmak bunu gerektiriyordu. Anadolu’da yaşıyorsanız dünyadaki her mazluma yardım etmek zorundasınız, bu Türk’e farz. Sultan Abdülmecid buraya sığınan Macarlar’ı Avusturya’ya vermediğinde Osmanlı devleti güçsüzdü. Niye vermedi? Mecbur değildi. Biz Rusya’ya savaştık, öldürdük birbirimizi, bizden kaç tane şehit çıkmasına sebep oldular. Ama birkaç yıl sonra bize binlerce Rus sığınmak için geldiğinde onlara sırt çevirmedik. Kobani çatışmaları olduğunda Kobani’deki insanlar Türkiye’ye kaçtı. Kimse de niye geliyorsunuz demedi. Binlerce göçmen Yunanistan’a kaçmıştı, hatırlarsınız. İşte onlardan bir grup Afgan’ı Yunan soymuştu, paralarını telefonlarını elbiselerini almışlar. Üstlerinde sadece iç çamaşırı kalmıştı. Geri yollamışlardı. Onlar da Türkiye’ye gelmişti. İçlerinden bir grup soluğu Yalova’da almış, il göç idaresinin kapısına dizilmişlerdi. Müdür, Yalova Alperen Ocakları’nı aramış, başkan Hasan Hüseyin Uçar’a Afganlar’ı emanet etmişti. Ocak da Afganları almış, evlere yerleştirmişti, sıfır menfaat. Neden geldiniz, gitmeseydiniz falan yok; geldiniz mi, hoş geldiniz var. Sadece bu da değil ki. Aynı ocak Afganistan’da yetimhane açtı. İHH’nın dünyada gitmediği ülke, dokunmadığı mazlum kalmadı. UDEF’in Türkiye’de ilgilenmediği göçmen öğrenci yok. Ev, harçlık, her sıkıntılarını gideriyorlar ve bunun için maaş falan almıyorlar, gönüllülük esası. Bu insanlara bunu ne yaptırıyor? Burada işinde gücünde bir memur İHH’ya katılıp Afrika’ya neden gidiyor? Benim babam Diyanet ile Sieerra Leone’ye gitmişti. Niye? Kimse zorlamadı. Gönüllü. Sevinerek gitti. Bir Kurban Bayramı’nı orda geçirdi.
Çünkü Türkler. Çünkü Müslümanlar. Allah’ın bize yüklediği görev bu. Misafirperverlik eden, elini taşın altına koyan belki de ahretini kurtaracak. Ama düşmanlık yapanlar mahşer günü; atılan bir bomba sonucu Suriye’de hamile kadının karnından düşen o bebekle karşılaşacaklar ve eminim hesabını veremeyecekler!