Kıbrıs ile ilgili haberler ve yazılar, eskiden olduğu gibi artık kamuoyunun çok fazla ilgisini çekmiyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası hızlı bir yükselişe geçen ve uzun yıllar ulusal ve uluslararası kamuoyunu meşgul eden Kıbrıs meselesinin günümüzde eski heyecanı kalmadığı gibi, soruna ilişkin duyulmadık söz, atılmadık nutuk, üretilmemiş dedikodu ve açıklanmayan komplo da kalmadı. Tüm bunlara rağmen, meselenin tarafları ezberlerini hiç bozmadılar: “Kıbrıs sorununa en nihayet barışçıl ve sürdürülebilir bir çözüm bulunması” temel arzumuzdur. Artık bir klişe haline gelen bu sabit demeci hiç kimse duymak istemiyor. Liderlerin veya sözcülerin dillerine pelesenk olmuş bu söz biraz irdelendiğinde tarafların hemen birbirlerini suçlamaya başladıklarını müşahede ediyoruz. Örneğin 15 Temmuz’da Rum Lider Nikos Anastasiades yaptığı bir konuşmada, Kıbrıs’taki çözümsüzlüğün sebebinin, “sadece ve sadece Kıbrıs Türk tarafı ve Türkiye” olduğunu ifade etti. Aynı tarihte Türkiye’nin Roma Büyükelçisi Murat Salim Esenli, “Türkiye ve KKTC’nin yapıcı teklif ve olumlu tutumuna rağmen Rum Yönetimi’nin anlaşmaya yanaşmaması nedeniyle Kıbrıs’ta bir çözüme varılamadığını” söyledi.

Geçmişten bugüne Kıbrıs sorunundan maddi ve manevi olarak en çok zarar gören taraf şüphesiz Kıbrıs Türkleri’dir. Kıbrıslı Türkler’in hem tarihsel hem de güncel sorunları varken, Kıbrıslı Rumlar’ın sorunları Türkler’e kıyasla sadece tarihseldir. Diğer bir deyişle, sorunun uzayıp gitmesi şimdiye kadar Kıbrıslı Rumlar’a maddi bir zarar getirmedi. Kıbrıs Rum kesimi, Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında tüm dünyada siyasi ve ekonomik varlığını sürdürmeye devam etti. Buna ilave olarak, 2004 yılında tek başına Avrupa Birliği üyesi olmayı başardı. Her iki gelişme sayesinde uluslararası toplumun büyük bir bölümüyle temas kurarak ilişkilerini güçlendirdi. Bu konfor Rum liderlerin, Türkiye ve Kıbrıslı Türkler’e karşı konumunu güçlendirmesine ve böylece müzakere masasında daha rahat oturmalarına imkân sağladı. Bu nedenle Rum liderler, mevcut eşitsizlikten en iyi sonucu almak için üzerlerinde herhangi bir zaman baskısı olmadan çözüm konusunu ele almaktadırlar. Daha doğrusu, şartlar bu kadar kendi lehlerine iken, çözüm için herhangi bir taviz vermek istenmemektedir.

Rum Yönetimi’nin müzakere gücünü artıran bir diğer gelişme, Kıbrıs’ın münhasır ekonomik bölgesinde keşfedilen hidrokarbon sondaj çalışmaları konusunda tek taraflı anlaşmalar yapmasıdır. Böylelikle Kıbrıs sorununa Rum tarafının girişimiyle uluslararası şirketler de dâhil edildi. Türkiye ve KKTC, Rum Yönetimi’nin tek taraflı olarak uluslararası şirketlerle sondaj ve ruhsat anlaşmaları yapmasını kabul edilemez bir girişim olarak gördüklerini ve bu nedenle fiilen buna müsaade etmeyeceklerini muhataplarına bildirdiler. Rum Yönetimi ise, söz konusu yetkinin kendi egemenlik alanlarında olduğunu, dolayısıyla Türkiye’nin bu çıkışının uluslararası hukuka aykırı olduğunu ileri sürdü. Diğer taraftan Rum Yönetimi, Kıbrıs sorunun kendi parametreleri çerçevesinde bir çözüme kavuşturulması için Doğu Akdeniz enerji kaynaklarına talip olan uluslararası şirketlerin Türkiye’ye baskı yapması için yoğun bir diplomatik çaba yürütmektedir.

Rum Yönetimi’nin tek taraflı sözleşme yapma ısrarı, Türkiye’nin diplomatik ve askeri girişimlerine rağmen başarıya ulaşırsa, Kıbrıs’ın olası bir çözümden süratle uzaklaşacağı aşikârdır. Çünkü Rum tarafının müzakere gücü hiç olmadığı kadar güçlü bir pozisyona yükselerek emredici bir hüviyet kazanacaktır.

Peki, bu zorlu virajda Türkiye’nin muhtemel Kıbrıs hamlesi ne olabilir? Birincisi, hiçbir değişikliğe gitmez var olan düzeni devam ettirir. İkincisi, bu gücün karşısında geri adım atar ve kendi güvenliğine ilişkin garantiler alarak Kıbrıs’tan çekilir. Ancak bu zayıf bir ihtimaldir. Üçüncüsü, meydana gelen yeni şartları fırsata çevirici radikal politikalara yönelir. Bu bağlamda Kıbrıs’a, bölgesel gelişmeleri de hesap ederek, deniz ve hava üssü inşa edebilir. Bu sayede hem bölgesel gücü artar hem de müzakere gücü. O nedenle Kıbrıs Rum Yönetimi yürüttüğü politikalar sayesinde Türkiye’yi diplomatik sahada zayıflatayım derken, karşısına askeri açıdan daha güçlü bir Türkiye çıkarabilir.