Refah Partisi’nin tıpkı Cumhur İttifakı‘nda olduğu gibi “milli bir dayanışma” ile girdiği ve 62 milletvekili çıkardığı 1991 seçimlerinden sonra sık sık duyduk bu sloganı. Ülkede istediklerini darbeler ve dipçik zoruyla yaptırmaya alışkın güruhun hazmedemediği bir başarıydı bu çünkü. Sadece Meclis’e girmemişlerdi, aynı zamanda Erbakan, Türkeş ve Edibali şehir şehir gezerek Anadolu’yu ortak bir ideale davet etmişlerdi.

İstiklal Savaşını veren kurucu meclisin tatile girme bahanesiyle feshedilmesinden sonra muhalefete hayat hakkı tanımayan CHP, ülkeyi 1946’ya kadar tek başına yönetmişti. İlk çok partili seçimle yenilmiş ve 1950’de iktidardan düşürülmüştü. Milletimizin değerlerine düşman bu anlayış halktan intikamını 1960 darbesiyle almış ve Menderes, Zorlu ve Polatkan’ı cellada teslim etmişti.

Refah Partisi’nin 1991’deki başarısı milletin yeniden toparlanıp, darbeci zihniyetten iktidarı devralacağına dair kuvvetli bir işaretti. Çünkü benzer bir süreç Cezayir’de yaşanıyordu. 132 yıl süren Fransız işgalinden sonra bağımsızlığını kazanan Cezayir’de, 1990 yılında ilk çok partili yerel seçimleri İslami Selamet Cephesi (FIS) ezici bir çoğunlukla kazanıyor, ülkede Fransız destekli seküler yönetim sarsılıyordu. Bir yıl sonra yapılan genel seçimlerden FIS 1. parti çıktı.  Tam bu sırada askeriye yönetime el koydu ve partinin tüm ileri gelenleri tutuklandı. Ülkede tam bir cadı avı yaşanıyordu. Köyler, evler basılıyor, insanlar sorgusuz sualsiz infaz ediliyordu. “Cezayir Gizli Servis elemanı Habip Suadiya” Kirli Savaş isimli kitabında darbecilerin yaptığı tüm vahşeti gözler önüne serer. Çıkan iç savaşta 100 bin insan hayatını kaybetti.

Türkiye Cezayir Olmayacak sloganının temel vurgusu buydu. Refah’ın ilerlemesine müsaade etmeyeceklerdi. 1994 yerel seçimleri darbe heveslileri için tam bir bozgun oldu. Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere ülkenin pek çok büyük şehri İslami bir çözüm sunan Refah Partisi’nin eline geçmişti.

Batıcı, seküler darbeciler Orduyu kışkırtmayı sürdürdü. İstedikleri tıpkı Cezayir’de olduğu gibi, Müslüman halkın korkuyla, baskıyla, yetmezse ölümle sindirilmesiydi. Terakkiperver, Serbest Fırka, Demokrat Parti gibi deneyimler darbeyle bastırılmamış mıydı? Bu millet ancak kafasına yiyeceği balyozla dizginlenebilirdi. 1997’de Refah’ın iktidardan devrilmesi kansız bir darbeyle gerçekleşti. Fakat, darbenin mimarı Çevik Bir’in ifadesiyle bir balans ayarı yapılmıştı. Muhalifler paşalardan brifing almış yargıçlar eliyle hizaya getirilecek, halka bu şekilde gözdağı verilecekti.

Gezi eylemlerinde ülkeyi yangın yerine çevirenleri adeta “vatan kahramanı” gibi lanse etmekle maruf, İsmail Saymaz isimli gazeteci kılıklı bir kişinin birkaç gündür “28 Şubat tutukluları darbeden önce içeri girdiler. Darbeyle ne alakası var” diyerek pişkince söylediği sözler süreci bilmeyenleri kandırabilir. Fakat, 15-20 yıl hapis cezası almasına rağmen, darbeci savcı ve hakimler marifetiyle yargı kararları bozulup, idama (sonra müebbete) mahkum olan tutuklulara bu çarpıtmaları yutturamazsınız.

28 Şubat, 1991’de başlayan bir sürecin adıdır.

Temelleri 1960 darbesiyle atılmıştır. Bu millet darbecilere diz çökmediği için şehitler vermiştir. En büyük tokadını ise 15 Temmuz’a saklamıştır. Türkiye Cezayir olmadı, olmayacak. Çünkü bu millet, buna izin vermeyeceğini, Batı’nın kölesi asker kılıklı darbecilere, kandan beslenen hürriyet düşmanı darbe destekçisi kalemşörlere göğsünü tanklara siper ederek gösterdi.

Bu defa tankların altında millet değil, milletin düşmanları kaldılar. Devletimiz ve Ordu’muz aslına rücu ettikçe, sömürgecilerin topraklarımızdaki bu gayr-ı meşru çocukları ve darbecilerden himmet bekleyip, mahkemelerde şikayetlerini geri alanlar her gün biraz daha hüsrana uğrayacaklar.