Türkiye ve Rusya yakınlaşmasının iyi yönetilmesi halinde, bölge geleceğinin seyrini temelden değiştirecek kadar önemli olduğunu söylemek gerekiyor. Bölgedeki tarihi iki etkin güç olarak eski hinterlantları üzerinde çıkar çatışması ihtimali her zaman olsa da, bu rekabetin doğru yönlendirilmesi ve ortak çıkarlar gözetilerek yeni bir sayfa açılması mümkün ve gerekli.

Türkiye ve Rusya’nın Suriye üzerinde gecikmiş de lsa bir mutabakat sağlamış olması ve belirli konularda işbirliklerine girişmesinin, olumlu ve bazen olumsuz sonuçları gözlemlenebiliyor. Hiç kuşkusuz, siyaset, ticaret, ekonomi, turizm ve kültürel işbirlikleri konusundaki uzlaşmanın, her iki tarafın yararına olacağı beklentisi üzerinde nerdeyse herkes hemfikir.

Bölgesinde geleneksel müttefikleri olarak kabul edilen ABD ve AB tarafından yalnız bırakılan ve bununla kalmayıp kendisine karşı savaşan terörist gruplara aleni şekilde silah ve lojistik temin eden devletlere karşı, Türkiye yeni arayışlara girmek zorunda bırakıldı. Rusya ile yakınlaşma, bütün diğer kapıları kapatarak Türkiye’nin tek bir adrese yönelmesi anlamına gelmiyor, gelmemeli…. Ancak, Rusya’nın Suriye’deki tezleri ve çıkarlarını sağlamada en güçlü olduğu bir anda, açıkçası Halebin düştüğü noktada sürpriz şekilde bu yakınlaşma süreci ivme kazandı ve dünyaya duyurulmuş oldu.

Türkiye ve Rusya daha önceki yazılarımda bahsettiğim gibi, başka ülkelerin çıkar çatışmaları sonucunda 16 kez savaşmıştı. İstisnasız her defasında bu savaşlardan her iki tarafın da ağır şekilde can ile maddi ve siyasi kayıpları oluşmuştu. Yine bu savaşların hemen ardından, büyük siyasi krizler ve toprak kayıpları yaşanmıştı. Sadece Kırım Hanlığı siyasi tarihini ve yok oluşunu bilmek, Rus-Türk ilişkilerinin bugün bile daha doğru değerlendirilmesini sağlayabilir. Bu sebeple, Türk Rus ilişkilerini siyasi tarihle ve yaşanan savaşların sonuçlarıyla birlikte tam olarak anlamaya çalışmalı.

Diğer yandan, Türkiye ve Rusya’nın ortak tarihi ve kültürel hinterlandında kalan Kafkasya ve Orta Asya bölgelerinde çoğunluğunu Türki halkların oluşturduğu Müslüman topluluklar, yaklaşık 100 milyonluk ciddi bir nüfusu oluşturuyor. Söz konusu bölgeler ne Rusya’nın ne de Türkiye’nin bir kalemde gözardı edemeyeceği sahalar.

Burada, sadece Sovyetler Birliği’nden ayrılarak devletlerini kurmuş olan milletlerden bahsetmiyoruz. Rusya Federasyonu içinde halen yaşamakta olan 25 milyon Müslüman halkı da içine katıyoruz. Rusya Federasyonu, birçok İslam ülkesinden daha fazla Müslüman nüfusa sahip bir ülke olarak 2005 yılında İslam Konferansı Teşkilatına gözlemci statüsüyle de olsa adeta bir İslam ülkesi gibi katılmıştı. Rusya içerisindeki bu büyük potansiyeli hiçbir zaman ret ve inkâr etmemiş, özellikle Tatarlarla 1200’lü yıllardan bu yana devam eden temasları ve iç içe yaşamaları dolayısıyla zaman zaman uzlaşma ve birlikte yaşamının yollarını da aramıştır.

Ancak, Rus Çarlığı döneminde yaşanan 1864 ve 1877’de yaşayan büyük Kafkas sürgünü ile Kırım ve Kazan Tatarlarına karşı sürgün ve katliamları izleyen katı politikalar “insanlık suçu” derecesine varmıştı. Yerli halklara karşı her zaman, özellikle Sovyet politikaları çerçevesinde göç ve asimilasyon uygulamaları katı bir şekilde yürütülmüştü. 1944 yılında Tatar, Karaçay-Balkar, Çeçen-İnguş ve Ahıskalıların toplu olarak geride tek bir aile kalmayacak şekilde Sibirya’ya ve Orta Asya’ya sürgün edilmesi bu kötü sicilin önemli örneklerindendir.

Bütün bu olup bitene rağmen Türkiye ve Rusya yepyeni bir sayfa açarak Rus ve Türk halklarının ayrıca isimleri sayılan bütün etnonimlerin ortak menfaatine olacak şekilde kalıcı işbirliği yapabilirler. Eğer Suriye savaşından önce Türkiye ve Rusya’nın yakınlaşması başarılmış olsaydı, bugün bu kriz çok daha farklı şekilde sonuçlanabilirdi. Halep’in, rejim güçleri ve Rusya tarafından yerle yeksan edilmesinden sonra yaşanan yakınlaşma, bu yakınlaşmanın Suriye ayağında kendisine yüklenen anlamı hak etmiyor.

Bugün, Rusya-Türkiye yakınlaşmasının başta turizm sektörü olmak üzere, birçok alanda olumlu katkıları ortaya çıkacaktır. Ayrıca, bütün bölgede barış ve huzurun sağlanması için bu işbirliğinin karşılıklı çıkarları gözetilerek güçlendirilmesi gerekiyor. Karşılıklı çıkarların gözetilmediği tek taraflı bir menfaat ilişkisine dönüşmesi ise her iki tarafın da lehine olmayacaktır.

Suriye savaşı, Rus diplomatın teröristlerce öldürülmesi derken, şimdi de gündemimize, Rusya vatandaşlarının ve Orta Asya Cumhuriyetlerinden gelen göçmen veya mültecilerin durumuyla ilgili kriz düştü. Öncelikle, diğer ülke vatandaşlarının neden Türkiye’ye gelmek zorunda kaldıklarını ve yaşadıkları zorlukları anlamamız ön şart.

Bu krizin Çeçen mülteci krizi olarak aktarılması yapılan yanlışlardan ilki… Olayın bir kısmında Çeçenler varsa da, onlar bu büyük resmin artık küçük bir bölümünü oluşturuyorlar.

Bu tashihten hemen sonra, Rusya Federasyonu’nda halen yaşamakta olan 25 milyon nüfusa sahip ve Türkiye ile tarihi, kültürel, dini, mezhebi ve etnik bağları ve Türkiye’de akrabalıkları da bulunan bir kitleden bahsettiğimizi hatırlatmak gerekiyor…

(Devam edeceğiz..)