OHAL’in kaldırılması gerektiğini savunanlarla olan görüşmelerimde ilk yönelttiğim soru “OHAL’in seni doğrudan ilgilendiren/etkileyen ve mağdur olduğun husus ne?”

Ne yazık ki bu soruya doğrudan cevap veren çıkmadı şu ana kadar. Genel cümleler ve Türkiye’nin uluslar arası alanda düştüğünü iddia ettikleri durum ile geçiştiriliyor.

Tarih bazı durumlarda birden fazla kez yazılır. Son dönem Türkiye’sinde de bu durum söz konusu.

Bilhassa son 40 yılda yaşanan pek çok olayda doğru bilinen yanlışlar ve yanlış bilinen doğrularla yüz yüzeyiz.

Faili meçhul cinayetlerden tutun da farklı pek çok davada FETÖ imzasının (dolayısıyla taşeron olarak kullananların) olduğunu şu bir kaç yıllık dönemde bilhassa da 15 Temmuz sebebiyle gördük.

OHAL ile ilgili birkaç kelam etmeden de olmaz.

OHAL’in acilen kaldırılmasını hararetle savunan bir kesim var.

Olağanüstü halin kaldırılmasını ifade edenlerin bir kısmı çok özel sebepler olmadan içlerinden halisane duygularla bunu isterken özellikle bir kesim çok farklı ve çok özel sebeplerle bunu istiyor. Ne yazık ki bunu isterken asıl niyetlerindekini değil tali ve göstermelik olanları öne sürüyor.

Önyargılı biri değilim; OHAL gereksiz ise elbette kaldırılmalı. KHK’ların bir kısmı da eleştirilebilir. Ama “20 Temmuz Darbesi” diye başlayan cümlelerin neyi murad ettiğine de bakmak lazım.

Girişte de ifade ettiğim gibi içinde bulunduğumuz durum biraz daha değiştikten ve ortalık biraz daha durulduktan, 15 Temmuz davaları da neticelendikten sonra yakın geçmişimizle ilgili tarihin yeniden yazılması gerek. Bu yapılırken bir şeyler de ben yazayım ve buradan da üç beş kuruş kazanayım şeklinde değil detaylı, tüm yanlış bilinen doğruları ve doğru bilinmen yanlışları en ufak bir gri nokta kalmadan aydınlatma yoluna gidilmeli.

Kişisel gayretlerle olduğu kadar deneyimli uzman ekipler tarafından bilhassa son 40 yılda yaşanan tüm olaylar şeffaf bir şekilde ele alınarak kayda geçilmeli. “Geçmişte sen şöyle demiştin- sen de böyle demiştin” gibi fayda vermeyecek laf dalaşlarına girmeye gerek olmadan gerçek doğrulara ve ortaya yeni çıkan ihanetler ve sonuçlarına odaklanmalı.

Hemen herkesin olan-bitenlerden ders çıkarması da elzem. Bir Müslüman aynı delikten ikinci kez ısırılmamalı. Geçmişten ders çıkarırken bundan sonrası için de lüzumlu tedbirler alınmalı.

Temeli idama mahkum etmişler. İdam sehpasına çıkartılıp ilmek boynuna geçirildiğinde usul olduğu üzere sormuşlar: “Var mı son bir arzun-isteğin?”.  Temel Cevap vermiş: “Ha bu bana ders olsun!”

Bazı konularda ders almak için 15 Temmuz gibi tarifi çok zor şeyler mi yaşamak gerek? 15 Temmuz bize ders olmadıysa hangi şey ders olur?

Son olarak şunu da ifade etmekte fayda var. Kudüs ile ilgili Türkiye’de ve dünyada gelişen olumlu hava birilerinin işine gelmiyor.

Yazılarımda ve konuşmalarımda “Biz Kudüs’ü değil, Kudüs bizi kurtaracak” diyordum. Öyle de oldu son gelişmelerde Kudüs bizi birleştirdi. Bunun bozulmasına fırsat vermeden aynı duygularla ve aynı gayretle mücadeleye devam etmek gerekiyor. Kudüs sadece Müslümanların değil tüm insanlığın onuru. BM’den çıkan/çıkarılan sonuç “bağlayıcı özelliği yok” gibi değersizleştirmelere girmeden ve ahenk bozulmadan  üzerine konularak mücadeleye devam edilmeli.

Tarih her alanda yeniden yazılacak. Hainler ve işbirlikçiler de tarih önünde de mahkûm olacak. Oyunun bir parçası değil oyun kuran ve tarih yazan olmak mecburiyetindeyiz. Gayret bizden, Tevfik Allah’tan.