Rivayete göre başlıktaki ifade Hıristiyan teolojisinin büyük üstatlarından Aziz Augustin’in, aziz olmadan önce gençlik yıllarında yaptığı duanın bir bölümüdür. Sanırım yukarıdaki yakarışı üreten psiko-patolojik ya da psiko-pragmatik ruhsal durum, pek çoğumuz için tanıdıktır.
Namaza başlamak ve hacca niyetlenmek gibi temel görevler hakkında ‘hele genciz, vakit varken dünyadan biraz kâm alalım’ diyenlerle İbnü’l-Vakt duruşunu seçenler, farklı mantalitenin çıktısı kişilikleri yansıtırlar. Oysa sahib-i tertip olmak, en büyük varsıllığı mülk edinmektir.
Ertelemenin dayanılmaz cazibesi, aşüfte ayartıcılığı ile hepimizi kör eder. Erteledikçe, ekeleniriz yaşamın ulvî kanadına! Erteledikçe, ekleniriz süflî yanlarımıza! Erteledikçe usuldan usuldan öfke biriktiririz, bizi kuşatan buyurgan yasalara! Uslanmak için ise durmak, en azından yavaşlamak gerekir.
İbn Arabi kendi gençliğini anlatırken namazlarında, kısalığından mütevellit çoğunlukla İhlas suresini okuduğunu ve o vakitler bunu akıllıca bulduğunu söyler. Hz. Ali, kalbin saatlerinden ve döngüsel ritimlerinden bahseder. Ruhsal dinginliğimizi sürekli zinde tutacak bir ayarlama enstitüsü henüz inşa edilmemiştir.
İnancın şeriat bacağını yâr değil bâr olarak telakki edenlerin anlam dünyasında, topaçlaşan çelişkilerle karşılaşmak vaka-i âdiyedendir. Özellikle memleket sosyolojisini kuşbakışı gözlemlediğimizde, belirsiz de olsa verili bir yaşa kadar ömür sürme garantisi almışız gibi dini olana hayatımızda belli bir evreden sonra yer vermeyi makul sayar, öylece yolumuzu buluruz. Oysa özünde rahmet olanın zahirde külfet olarak algılanması, varoluşsal bir krizin göstergesidir.
Din, müminin güncelinden çıkıp ihtiyaç halinde baş vurulacak veya sığınılacak modüler/demonte bir kuruma dönüştüğünde kopuş başlamış demektir. Kurumsal din artık sadece bir bagajdır. Fazlalıktır. Mutsuzluk kaynağıdır. Mutsuzluk, günlerimize eklemlenen dinmeyen bir sağanaktır.
Daha yağmur çekilmeden Tâ-hâ ile başlayan sure, elif miktarı dikkatimizi çekerek majiskül harflerle vurur kalplerimize: “Oysa biz sana bu Kuran’ı, mutsuz olman için indirmedik.”
Aslında olup biten, apaçık bir sekülerleşmedir. Sekülerleşme süreci, kutsal olanın önce ihmal sonra da bilinçli ya da bilinç dışı bir şekilde imha edilmesiyle sonlanır. Arızî olan, insanın hayatında temerküz edince arızalar sökün eder.
İnsan özünde faydacı bir varlıktır ve hayatında yer verdiği her şeye kendine sağladığı yarar mesabesinde değer verir. Dini de bu pragmatist/faydacı bakış açısıyla değerlendir(emey)en insan, mutluluk ikonuna secde etmiş demektir. Oysa müminin dünyasında fayda kavramı, maddi bir nitelikten/içerikten, çok fazlasına tekabül eder. Kuşkusuz insan temelde biyolojik bir varlıktır ve gereksinimleri vardır. Lakin onu maddi ve ruhi boyutuyla birlikte değerlendirdiğinizde, fayda ve zarar kavramları da öteleri imleyen metafizik bir boyut kazanarak aşkınlaşır. Aşkın olan her şey, insanı huzura gark eder. İçkin olan çoğu şey ise bir kabusa…
Baki selam…