Halep’in çarşısından kubbelere çarpan aşırlar duyulmayalı çok oldu. Sekiz yılda Dicle’nin hayat verdiği Mezopotamya’nın en nadide ülkesi, tıpkı kardeşi Bağdat gibi yok oldu. Suriye, saltanatını korumak için kendi halkını gözünü kırpmadan katleden bir diktatörün eliyle, bir enkaza döndü. 5800 dükkânın beş asırdır aralıksız çalıştığı Halep’in çarşısı artık yok. O da tıpkı milyonlarca Suriyeli gibi bu güzel toprakları terk etti. Kubbeler, kemerler, eyvanlar artık 900 bin kadın, çocuk, genç ve yaşlı gibi Şam toprağının altında yatıyor.
Suriye halkı, ülkesini Rusya’ya, İran’a ve İran’ın taşeronu örgütlere peşkeş çeken bir diktatörün zulmüne başkaldırdığında yapayalnızdı. Fakat, taleplerinin somut, hedeflerinin gerçekçi olması sebebiyle kısa sürede rejimi yalnızlaştırmayı başardı. Beşşar’ı Şam’daki Saray’ına hapsetti. Halep’ten, Dera’ya, Şam’ın banliyölerinden Deyr-ez Zor’a kadar ülke bütünüyle muhaliflerin kontrolüne geçmişti. Sonra kurtarıcılar her yerden sökün etmeye başladı.
Şiiler’in kutsal mekânlarının, selefi bağnazların saldırılarıyla yıkıldığını bahane eden İran ve yandaşları akın ettiler önce. Sonra, Şiilerin Sünnileri yok etmek için geldiğini söyleyen gruplar dünyanın her yerinden toplanıp doluştular ülkeye. Ehl-i Sünnet’i korumak iddiasıyla gelen örgütler, mezhepçi bir diktatörün zindanında namuslarını yitiren kadınların imdadına koştular; sonra Suriye’nin kadınlarını cariye pazarında kendileri sattılar.
İslam devleti ve hilafet kurmak iddiasıyla yola çıkan DAEŞ ve türevleri, Suriye halkının taleplerini asla umursamadılar. Elli yıldır bir zalimin egemenliğine tahammül etmiş, her türlü çileyi çekmiş halkın kendi imkanıyla özgürleştirdiği şehirleri “İslam’ı hakim kılmak” için saldırıp yok ettiler. Geride ne kaldıysa, onları da Rusya ve ABD bitirdi. Enkaz görevi tamamlanınca, yıkılmış şehirler ve esir düşmüş halk PKK’nın insafına terk edildi. “Şimdi ülkenin üçte birini PKK ve elbette efendisi ABD; büyük çoğunluğunu ise Esed ve efendileri Rusya ve İran kontrol ediyor.”
Suriyeli muhalif denilenler ise İdlib’de birbirini boğazlıyor. DAEŞ’ten daha beter vahşeti yapmaya aday örgütler ise ellerini ovuşturup, toprak ve para hırsı yüzünden başlayan kanlı hesaplaşmanın bitmesini ve talana başlama sırasının kendilerine gelmesini bekliyor. Bakalım Washington’daki efendileri, bu “hilafet” için savaşan askerlerine yeni ne talimat verecek?
Suriye halkının ne istediğini, taleplerini duyan var mı? Kimin umurunda ki?
Eğer Suriye’nin kuzeyinde, hala halkın kısmen de olsa nefes alabildiği Cerablus, Azez, el Bab ve Afrin gibi kasabalar varsa, bu Türk Ordusu’nun ve Mehmetçikle birlikte hareket eden ve bugün Milli Ordu adını alan muhaliflerin sayesindedir.
Suriye’yi sadece Esed, ABD, Rusya ya da İran mı yok etti sanıyorsunuz. Hayır. Suriye’yi asıl, halkın taleplerini umursamayan, kendi bağnaz ideolojilerini tek gerçek kabul eden; merhametsiz, akılsız; böyle oldukları için de, bilerek ya da bilmeyerek sömürgecilerin taşeronluğunu yapan İslamcı gruplar yok etti.
Mehmetçik Münbiç’in kapılarına dayanmışken, Türk Ordusu’yla birlikte savaşmanın haram olduğuna dair fetvalar veren hainler var İdlip’te. Üstelik Türkiye’nin mazlumları himaye etmek için ördüğü güvenlik şemsiyesinin altına gizlenerek.
Zalime diz çökmeyerek şerefleri, namusları için mülteci kamplarında çamurların içinde, bombaların altında yaşamlarını sürdüren mazlumları düşünenler varsa eğer, bu kirli tezgâhı bozup Mehmetçik’e selam dururlar.
Yoksa, Suriye halkının “Esed’i mumla arıyoruz” diyeceği günler yakın. Bunun sorumlusu ise bu Allah adına birbirine kurşun sıkmaktan çekinmeyen gruplar ve rahat koltuklarında oturup hala onları haklı bulanlar, demagoji yapanlar, “İslamcılık oyunu”na devam edenler olacak.