Gece, sabah namazına kadar oturdum.

Kâh bir şehit haberine üzüldüm, kâh bir siyasi olaya, Aziz İslam coğrafyasının şu halini, insanlığın durumunu düşünmekten uyuyamadım…

Dert, sıkıntı ve çözümsüzlükten yorgun bir halde sabah namazını kıldım.

Dua ederken; Şu kahrolası modern dünyada bir müslüman nerde, nasıl durmalıdır..!? Diye sordum.

Dedim ki; İnsanlığın güzel ahlakını tamamlamak üzere insanlığa gönderilen o kutlu elçi bu evde sabahlasa, aceba nasıl sabahlardı…!?

Benim gibi sabahlamayacağı kesin, herhalde en güzel şekilde kalkardı.

Benim gibi eşini dürterek, ‘Kalk kız okula geç kaldın’ demez, usulca kahvaltılarını hazırlar, en güzel sevgi sözcükleriyle çoluk çocuğunu kaldırırdı.

Her sabah eline atılmak üzere tutuşturulan çöp poşeti için ‘ulan ben sizin çöpçünüzmüyüm’ diye homurdanmaz, komşunun kapıya koyduğu, altı akmış çöp poşetini depikleyerek sövmez ve onuda habersizce alıp atardı…

Bu şehir de, bu ülkede, şu dünyada, şu biz müslümanların yaşadığı şartlar içinde yaşasaydı o kutlu elçi, ötesini bilmem ama en güzel ahlak üzere yaşardı.

Bütün bir insanlığı tasmalı tüketim kölesi haline getiren, şu kahrolası dünya düzenini biz kurmadık.

Bu kahrolası Modern fravunların dünya düzeninin kurduğu, Aziz İslam coğrafyası üzerindeki hiç bir ülkeyi ve devleti de, biz Müslümanlar kurmadı.

Dolayısıyla genelde dünyada, özelde İslam coğrafyası üzerinde yaşanan adaletsizlikten, zulümden, işgallerden ve bunca hunharca katledilen insandan hukuki olarak sorumlusu biz değiliz. Çünki müsebibi biz değiliz.

Bilinmesi gereken temel gerçeklik bu.

Saniyen bilinmesi gereken; kurmadığımız, müsebibi olmadığımız bir duruma, ne kendi dinimizden bir hukuk uydurabiliriz, nede kimse bizi hukuken sorumlu tutabilir.

Sadece insan olarak içinde doğmuş bulunmaktan dolayı, olup biten her şeye, şahit olmaklığımızdan doğan insani bir sorumluluk taşımaktayız.

Biz Müslümanlar, modern fravunların kurduğu şu dünya düzeninde olup biten her şeye şehadet edeceğimizden dolayı onların düşmanıyız.

Onlar bir cürüm işledi ve biz müslümanlar bu cürme  yalnızca şahidiz, ortak değiliz. İşte bu durum modern zaman fravunlarını çıldırtmakta ve hepsi birleşerek koalisyon halinde cürümlerinin şahidi olan bizleri ortadan kaldırmak ve itibarsızlaştırmak için durmadan çalışmaktadırlar.

Bütün katiller, işledikleri cinayetin şahitlerini ortadan kaldırmaya, şahadetlerini itibarsızlaştırmaya çalışır. Bu katillerin doğasının gereğidir.

Namus fahişelerin üzerindeki nasıl en büyük tehtid ise, biz müslümanların varlığı hiç bir şey yapmasak bile yeryüzü fravunlarının üzerinde bir tehtid oluşturur.

Namus demek ahlak demektir.

İnsanlığın güzel ahlakını tamamlamak üzere gönderilmiş, insanlığın son kutlu elçisinin ümmeti olan biz müslümanlar, evveli emirde, hangi şart ve durumda olursak olalım, ümmet olma temel şartımız, güzel ahlak üzere ayaklarımızın sabit olmasıdır.

Vatan sevgisi imanının bir gereği olan biz müslümanlar, O kutlu elçinin durduğu yer olan güzel ahlak üzere, güzel ahlakla durmalıyız.

Nasıl ve nerede duracağız sualinin cevabı, güzel ahlakla güzel ahlakta olmalıdır.

Güzel bakan güzeli görür, güzeli seçer, eğer güzel olan seçilmemişse o bizim şaşılığımız ve körlüğümüzdendir…

Güzel ahlak, iyiliğe amir, kötülüğe engeldir.

Güzel ahlak üzere olmak demek, yeryüzünün bütün çakallarının iştahını kabartmak demektir.

Şu dünyada, varoluşumuzun gereği biz müslümanlar, bütün müsibetleri, bütün belaları doğal olarak üzerimize çekeriz.

Bizim varoluş mücadelemiz, güzel ahlak üzere varolmak ve ölmekten ibarettir vesselam…