İstanbul Müftüsü Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz “İstanbul’da olması gereken cami sayısı, nüfusa göre 15 bindir ama bugün İstanbul’da 3 bin 365 cami var. İstanbul’da en azından 10 bin daha camiye ihtiyaç duyulduğunu düşünüyorum. İstanbul’da bazı yerlerde 50 bin kişiye, 30 bin kişiye bir cami düşüyor. Bu çok büyük bir rakam. 30 bin kişin olduğu yerde bir tek cami bulunması, özellikle cemaatin en yoğun olduğu zamanlarda yer bulamamasına neden oluyor. İnsanlarımızın cami ihtiyaçlarının karşılanacağı adımların atılması lazım.” şeklinde bir açıklama yaptı.
10 bin camiye daha ihtiyaç var ne demek?
Gerekli mi gereksiz mi gibi bir tartışmaya gitmeden önce camiden ne anladığımızı netleştirmeliyiz. Cami deyince bize ne ifade ediyor? Camiyi biz ne olarak görüyoruz?
Cami dediğimizde vakit namazları kılmak için gerekli, düzenli, mezkûr amaca uygun dizayn edilmiş bir yapı olarak anlıyor isek her türlü itirazda haklıyız ve de çok fazla sayıdaki cami cidden gereksizdir. Zira var olanlar bile dolmamaktadır. Hatta bazıları sabah namazlarında kilitli bile kalıyor. Cuma günleri yarım saatliğine bir yoğunluk gözlenmekte olup o da hava güzel ise cadde sokak demeden genişletiyoruz havanın iyi olmadığı günlerde ise biraz daha içeride sıkışarak çözüyoruz bu mevzuyu. Gerçekten gereksiz.
Yok eğer cami dediğimizde İslam’ın nişanıdır, burada Müslümanlar’ın dünyalık işleri dahi görülebilir, zor ve dar zamanlarımızda gidip sadrımıza inşirah bulduğumuz, kütüphanelerinde okuyup öğrendiğimiz, kendi kendimize katkı sağlayıp neslimizi şekillendirdiğimiz bir yer olarak anlamlandırıyor isek çok ama çok gereklidir. Lazımdır hatta elzemdir.
Bendeniz konuya ikinci bakış açısıyla bakıyorum. Düşman bir memleketi istila ettiğinde ilk camileri tahrip eder, elinden gelirse ilk onları yıkar. Peki neden?
Bizim bu dünyadaki tek örnekliğimiz Nebiy-i Zişân Peygamber Efendimiz (sav) Medine’ye hicret ettiğinde ilk olarak kalacak ev yapmadı. Henüz yoldayken Kuba Mescidi’ni inşa etti sonra Medine’ye varır varmaz Mescid-i Nebevi’yi yaptırmak için devesi kusvayı salıp çöktüğü yeri tespit etti. Yaptı, yaptırdı.
Osmanlı da sünnete uygun davrandı ve fethin nişanesi olarak gittiği her yere bir cami, külliye, şifahane, bedesten vs. yaptı. Bugün Balkanlar halen bu nişaneler ile ayakta durmaktadır. Oralarda İslam’ın sesi soluğu nefesi bu sayede vardır.
Cami aynı zamanda İslam mimarisine şeklini veren mihenk taşıdır. Bir belde kurulacağı zaman önce meydana büyük bir cami kondurulur ardından çarşısı, misafirhanesi, diğer umumi mekânları kurulur ardından haneler ile çevrilirdi.
Cami her türlü sosyal ve içtimai işlerin görüldüğü yaşam ve ibadet alanıydı. Yine öyle olmalı. Yine böyle bakmalı böyle yaklaşmalıyız. Bu yüzden okul-cami kıyaslaması yanlıştır. Bu yüzden eğitim dediğimizde sadece okul saatleri içindeki öğrenmeden bahsedemeyiz. Cami hayatımızın bir parçası olmadan da gerçek eğitimi elde edemeyiz.