Herhangi bir şeyi temsil eden sembol aslında odur. İslam yaşam ve ibadet tarzımızda sembollerin yeri çok önemlidir. Haccın temel rüknü Arafat vakfesinden sonra Mina’da bulunan şeytan taşlanır. Şeytan orada öylece durmuyordur tabii ki ama onu taşlayan Müslümanlardaki hıncı gördüğünüzde şeytanın gerçekten taşlandığını düşünürsünüz. Bir sembol olarak Ayasofya da bizim için sadece bir cami ya da diğer taraftan cami hükmünü kaldıranlar için öylesine bir müze değildir.
Ayasofya’nın cami olması, civardaki cami ihtiyacından çok fethin sembolü olmasıyla ilgilidir. Hâlâ İstanbul’a Konstantinopolis demek sevdasını içlerinde barındıranların varlık göstergesi Ayasofya’nın müze olmasıyla ilgilidir.
Kaldı ki, “İstanbul’u alıp Ayasofya’nın kubbesine haç dikeceğiz” diyenler için de bir semboldür. Anadolu yurdunda, Türkiye’mizde hâlâ bir tür varlık göstergesi barındırarak ümit yeşertmelerine imkân vermek yerli, milli ve güçlü bir Türkiye için artık yersizdir, gereksizdir.
Danıştay’ın bu kararı da işte bu bilincin ve tavrın göstergesidir.
Gentile Bellini’nin atölyesinden zannedilen tablo
İBB sanatsal değeri yüksek bir işe imza attı. Sadece sanatsal değeri değil rakamsal değeri de yüksek bir iş idi. Fatih Sultan Mehmed portresi, açık artırmada 770 bin sterline satın alındı. Türkçesi yaklaşık 6.5 milyon Türk Lirası.
Hayır! O paraya ne kadar fakirin karnı doyardı, ne kadar muhtacın ihtiyacı görülürdü, sen o kadar parayı bir tabloya mı verdin filan edebiyatı yapmayacağım. Ama böyle bir parayı ödeme yapacaksa Bellini fırçasından çıkıp çıkmadığını adam akıllı kontrol ettirseydi, İBB Başkanı da edebiyat yapmak zorunda kalmayacaktı.
Tablonun ressamının kim olduğu sorularına İBB tarafından yapılan “Bellini’nin atölyesinde resmedildiği zannedilen” açıklama üzerine CHP’li İlhan Kesici, -en hafif tarafından- “Böyle reklam yapılmaz. Kendi belediyemiz, çok yanlış.” şeklinde eleştiride bulundu.
Gerçi CHP diktatöryası, Kesici’ye eleştirisinin ikinci gününde; “Orada baktım topa biraz sert girmişim, bla bla bla” dedirtti ama olsun şov; şovdur değil mi?
Merdan Yanardağ’ın son hezeyanı
“Çizmeyi aşmak” deyimini herkes bilir. “Haddi aşmak” da eşanlamlı bir ifadedir. Bir kişiyi eleştirirken kontrollü bir sınırın olması gerekir. Bu hem beşeri hukuk yönünde gereklidir hem de ilahi adalet yönünden elzemdir.
Merdan Yanardağ isimli bir şahıs, II. Abdulhamid Han için; “Kendisi, ‘1908’de Abdülhamid despotizmini, emperyalizmin uşağı, aşağılık bir diktatör olan, Mithat Paşa’yı Taif’te boğduran, Osmanlı Türk aydınlanmasını, modernleşmesini savunan bütün aydınlara zulmeden, Namık Kemal’lere, Tevfik Fikret’lere, Ahmet Rıza’lara, harp okulu öğrencilerine, mühendishane öğrencilerine zulmeden despot” şeklinde çirkin ve faydasız laflar sarf etmiş.
En basit ifadesiyle bu toprakları 32 yıl yöneten, hizmet bir devlet adamına galiz ifadeler kullanmak aslında ona değil onu sevenleri tahrik için kasıtlı provoke etmektir. Toplumu kutuplaştırmak, farklı görüşler arası ayrılıkları derinleştirmek için proje cümlelerdir.
Sultan II. Abdulhamid Han şu anda yaşamıyor. Kendisi cevap hakkını da kullanamıyor. Hoş bu sözlerle saldıran birisine cevap mı verirdi yoksa yüzüne tükürmekle mi iktifa ederdi, onu bilemiyorum.