Çooook uzun zamandır HDP hakkında yazı yazmıyorum. Ben yazmaktan bıktım, ama onlar yanlış eylem ve söylemlerini bıkmadılar. Ben bir daha yazmayacağım diye pes etmiştim ama Meclis’te PKK’nın ölüm fermanı çıkardığı CHP Dersim Milletvekili Gürsel Erol’a, HDP milletvekili S.S. Önder’in “üste yağ gibi çıkan” tavrını ve sözlerini görünce yeniden yazmak icap etti…

CHP Milletvekili Erol, HDP ve PKK’ya bazı sorular sormuştu. Muhataplar, vekilin sorularına cevap vereceklerine, eline ölüm fermanını verdiler. Cihangirli Sırrı Bey de Meclis’te bu fermanın öncesini, sonrası, gerekçelerini romantik bir film naifliğiyle anlattı. Neyse konuşmalar gündemden düştü ama tartışmanın temelini oluşturan konu gündemden düşmedi…

Gürsel Erol, konuşmasında, Önder ve HDP grubuna bir soru sordu. Daha önce sorduğu sorular gibi o da cevapsız kaldı: “İlinde bir öğretmenin öldürülmesiyle ilgili siyasi tavır koyan bir siyasetçiyle ilgili bir örgütün ölüm kararını vermesi hâlinde, şimdi bana söyleyin faşist kim?” Önder, “faşistin” kim olduğunu biliyor, ama bu kolay soruya cevap veremiyor. Cevap yerine, Kandil mağaralarında, şahit olduğu konuşmaları kuliste “habbe habbe” Erol’a anlatacağını söyleyerek, yeni bir gözdağı veriyor…

Delikanlılığının zekatı (!?) adamı “Aslan Yürekli Richard” yapan Sırrı Bey’in anlattığı masallara verilecek cevabı Mehmet Barlas’ın bir yazısında bulunca üzerimden ağır bir yük de kalkmış oldu. İşi film çekmek, senaryo yazmak olan Sırrı Bey’e laf yetiştirmek kolay değil tabii. Ama Barlas, Sırrı Bey’in yakalandığı hastalık ve bu hastalar için söylenmesi gerekenleri güzel özetlemiş.

“Siyaset ve medya dünyasının trafik polislerine siz de zaman zaman hayretle bakmıyor musunuz? İnsanlara, olaylara ve her şeye ‘Sen dur-Sen geç’ diyebilmek yetkisini kendilerinde bulan bu kendinden yetkililer, nedense hiç aynaya bakmazlar…

Kendileri dışında ahlak ve prensip sahibi kimse yoktur… Herkes askeri darbelere teslim olurken, bir tek onlar dağa çıkıp direnmişlerdir. Karizmatik liderlere bir tek onlar hadlerini bildirmişlerdir. ‘Bu kesin doğru’ ya da ‘Bu kesin yanlış’ dedikleri zaman, iş bitmektedir. Bazen su katılmamış Kemalist ve laikçi rolüne girerler ve ‘Şeriat geliyor, Türkiye elden gitti’ diye çığlıklar atarlar. Ama aynı anda onların falcılara gittiklerini, kurşun döktürdüklerini görürsünüz…

Otoriter, totaliter, bürokratik ve oligarşik rejimlerini kalıcı kılmak için, dünyadaki değişimin algılanmasını bile suç ilan ettiler…

Ama toplumların karmaşık yapısı ve kaçınılmaz olan değişim, ne yasak dinler, ne de kendilerini her konuda tartışılmaz otorite olarak gören sanal trafik polislerine meydan verir. Kendilerinin kopyası olan babalarının yasakları yüzünden dünün ne kadar sorunu varsa bugüne birer çözümsüz kriz konusu biçiminde aktarıldı… Bunların saçmalıklarıyla vakit geçirerek daha kaç kuşağı ziyan edeceğiz?”

Barlas, iyi niyetle sadece kuşakların zayi olduğunu söylemiş…

Oysa, “faşist” bayrağını elinden düşürmeyip, milleti “faşist olmakla” suçlayan; “Keleş’i” elinden düşürmeyip, devleti “savaş” istemekle suçlayan; “demokrasi” kalkanının arkasına saklanıp, kendisine oy vermeyen halkı “satılık makarnacılar” diye aşağılayan “faşistlerle” daha çok işimiz var…

Bunlarla mücadelede sadece kuşaklar değil, ekonomimiz, refahımız, huzurumuz ve en önemlisi de geleceğimiz zayi oluyor…

Bugün son sözü Sabah Gazetesi’nden Salih Tuna söylesin; “Faşistlere karşı tarlada, mısır saplarının arasında direnişlerini sürdüren köylüler, yanlışlıkla birbirini öldürüyorlardı. Yanlışlıkla dediğim, birbirini faşist sanarak.”

Cihangir ve Nişantaşı faşistleri, “Anadolu köylülerinin” yakasından ellerini çekmedikçe; köylüler mısır tarlasında birbirlerini öldürmeye devam edecekler. Hem de birbirini “faşist zannederek!..”