Haberi duyar duymaz sokağa koştuk. Önüne yatacak bir tank, karşı koyacak bir postal aramak için. Henüz kimse sokağa çıkın çağrısı yapmamıştı, yapılmasına gerek de yoktu. İnsiyaki ve imanî bir refleksle kendimizi evlerimizden dışarı attık. Konak meydanında henüz  3-5 kişi vardı. Ama dakikalar sonra sayımız binlere, on binlere ulaştı. Namaz kılıp dua edenlerle slogan atanlar, salavat getirenlerle gözyaşı dökenler iradelerine, hürriyetlerine sahip çıkmak için toplanmışlardı. Sarhoşu da oradaydı sarıklısı da. Hiç kimsenin gülenist teröristlere bu ülkeyi teslim etmek gibi bir niyeti yoktu. İzmir, İstanbul ve Ankara’ya göre askeri hareketliliğin yaşanmadığı bir şehirdi fakat daha ilk gün darbe başarısız olmasaydı; saat kulesinin etrafında bir araya gelmiş vatanseverler Ankara’ya kadar yürüyecek bir kararlılığı taşıyorlardı.

Çok şükür ki iki gün tutulan milli irade nöbetinden sonra ülkemde her şey normale dönmeye başladı. Lehü’l-hamd…

Türkiye’de yaşayan halk kitlesinin özünü oluşturan ve ülkenin ana omurgasını teşkil eden “millet” destan yazdı. Çanakkale’de de Kutu’l- Amare’de de Malazgirt ve Niğbolu’da da onların dedeleri vardı. O sokaktakiler destan yazmaya alışık bir nesildi.

“Türk halkı” demokrasiye sahip çıktı diyerek haksız bir genellemeden özenle kaçınıyorum. Zira birileri tankların önüne yatarken, başka birileri deniz kenarında çekirdek çıtlatıyordu. Birileri millet için, ümmet için kurşunların önüne atlarken diğerleri bankamatik kuyruğuna çoktan girmişti. Oysa cunta hedefini gerçekleştirmiş olsaydı en büyük zararı seküler yaşam tarzına sahip kitle görecekti. Bunu mezkur çetenin kafa yapısını ve idealize ettiği devlet modelini az çok bilen biri olarak net bir şekilde ifade ediyorum.

Bu darbe girişiminin ülkenin daha evvel defaten maruz kaldığı darbelerden çok farklı bir özelliği var. O da halkın demokrasiye, milli iradeye ve kendi kaderine sahip çıkma hususundaki kararlılığı değil, gözü karalığıdır. Zırhlı araçlardan, helikopterlerden ateş edilirken uçaklar bomba yağdırırken, polis bile temkin modundan hala çıkamamışken; hesapsızca öne atılan,  askerin karşısına çıkan, tankların önüne yatan bir milletin teşekkülü demokrasimizin en önemli güvencesidir. İşte bu niteliği sebebiyle bu darbe teşebbüsüne “son darbe” adını veriyoruz. Bir kez daha vurguluyoruz ki henüz devlet erkanından “sokağa çıkın” çağrısı gelmeden, insanların sokağa  dökülüp  kaderine sahip çıkması bir dönüm ve sıçrama noktasıdır. Elhamdülillah…

Bundan sonrası için akl-ı selim ve teenni ile hareket ederek, hakkı ve hukuku  gözeterek hareket etmek bize yakışandır. Çok büyük bir badire atlattık, pek çok ocağa ateş düştü lakin bize düşen buradan bir toplumsal cinnet psikozu doğmasına fırsat vermeden, öfkelerimizi alt ederek dersler çıkarmak ve nusretinden dolayı Allah’a hamt etmektir. Zira her ne kadar polisimiz hayati bir rol ifa etmiş olsa da milletimiz tarih yazmış olsa da cuntanın başarısızlığının sebeplerinden biri de Cumhurbaşkanımızı ele geçirmekteki başarısızlıklarıdır. Bu olayın her anında Kadir-i Mutlak’ın inayeti göze çarpmaktadır. Hadiselerin seyrini gözden geçirip tahlil ettiğimizde ayırdına vardığımız en mühim hususlardan biri budur. Hak Teala, ümmetin son kalesinin düşmesine fırsat vermemiştir. Suphanallah…

Bugüne kadar bu hain yapının gerçek yüzünü idrak edemeyip sempati besleyenlere müdrik bir kalp, körelmiş izanlarına basiret, karanlıkta kalmış akıllarına ışık diliyorum.

Ümmet-i Muhammed’e geçmiş olsun…

Rabbim bu millete/ümmete böyle acılar bir daha yaşatmasın…