Muhammet Erkam Bülbül
Geçtiğimiz yıl Snowden belgeselini izlediğimde olayın büyüklüğünü taşıyamadığından dem vurmuştum. Çok büyük bir skandalın belgesi niteliğindeydi. Bildiğimiz, tahmin ettiğimiz ama belgelendiremediğimiz dev bir skandalın ifşasıydı bu. Ama belgesel bu konunun vahametini taşıyamıyordu. Nitekim pek çok habere konu olsa da Snowden olayı hakettiği sesi yakalayamadı dünyada. Birkaç sebebi var bunun. Dünyanın dijital alemin sınırlarından bihaber olması, yaşanan ve belgelenen olayların komplo teorisi olarak değerlendirilmesi ve algı süreçlerinin devletler tarafından iyi yönetilmesi.
Belgeselden sonra bu hafta Oliver Stone imzalı Snowden filmi vizyona giriyor. 134 dakikalık film belgeselin taşıyamadığı yükü oldukça iyi sırtlamış durumda. Bir taraftan konunun ehemmiyetini bir taraftan da işin filmografi tarafını; Snowden’ın özel yaşamını ve duygularını ön plana koyarak oldukça güzel işliyor. Eş zamanlı kurgusuyla ve gerçek Snowden’la yaptığı finaliyle tatmin edici bir film olmuş. Oyunculuklar vasat üzerine çıkamıyor olsa da rahatsız edici bir hal almadan işi bitiriyorlar.
Bir paragrafta filmle ilgili sinematografik bir eleştiriyi tamamlayabiliriz. Ama filmin muhteviyatında barındırdığı mesele çok daha önemli. Memleketin son bir yılda yaşadıklarına bakarsak hele, bir kez daha ne kadar önemli olduğu ortaya çıkıyor. Bilişim uzmanı bir arkadaşımın konuyla ilgili epey zamandır dillendirdiği ama ne yazık ki Türkiye’de karşılığını bulamamış siber güvenlik meselesi ve dünyada siber saldırılar konusunda ufuk açıcı meselelerden bahsediyor film. Geçtiğimiz günlerde yaptığımız bir sohbet esnasında “Türkiye’ye başka nereden mi saldıracaklar? Tabi ki siber güvenlikten, bir gecede basit bir hacker saldırısı gibi görülecek şekilde elektrik, internet ya da banka sistemlerimizi çökertebilirler. Artık savaşın ve ittifakların sürdüğü dünya burası” diye söylemişti. Snowden filminde Amerika’nın bu alandaki projelerinin ve pervasızlığının ne boyutta olduğunu görmek de pek mümkün. Her telefonun takip edilmesi, her kameranın izlenebilmesi meselesi örneğin. Hep bir komplo teorisi olarak gözükse de bu bir gerçek. FETÖ’cü teröristlerin en küçük toplantılarında bile telefonların bataryalarını çıkarttırması ya da tüm Türkiye’yi dinliyor olmaları bu gücü ve aklı nereden aldıkları konusunda da net bir ipucu vermeli aslında.
Filmin bir yerinde Snowden CIA’nın çalışma biçimini anlatırken her ülke için zamanı geldiğinde ya da düşman olursak diye kullanmak üzere hazırladıkları programlardan bahsediyor. Bir gecede ülkeyi çökertmeye yetecek bir programdan. Hepimiz çok iyi biliyoruz. Siber alanda ülkemiz için hazırlanan pek çok senaryo var, peki biz ülke olarak buna ne kadar hazırlıklıyız?
8 Ekim’de haber seyret sitesinde yayınlanan bir yazıda şöyle diyor:
Türkiye’de son zamanlarda çeşitli kurumlar veya kişiler hacklendi ve bu konuda bazı hackerlar prim yaptı. İşin özüne indiğimizde ise kazın ayağının öyle olmadığını gördük. Esasında bu tür hacklemeleri teknik olarak hackleme değil. İçeriden bir hain dosyaları veriyor ve hacker prim yapıyor! Fiziksel katmandaki yukarıda bahsedilen sorunlar sebebiyle, kurum hacklenip hacklenmediğini bile anlayamıyor.
Türkiye’de strateji var, eko sistem yok! Siber güvenlikle ilgili politika var, onu hayata geçirecek gerçekçi eylem planı yok. Milli yazılım projeleri var, ancak bunları yaygınlaştıracak bir eylem planı yok. Her kurum müstakil şekilde sıfırdan Amerika’yı keşfediyor. Kol da kırılınca yen içinde kalıyor. Tecrübe aktarımı olmadığı için her milli yazılım projesi sıfır noktasında başlıyor.
Yazının devamında veriyi yurt içinde tutma meselesine değinilmiş. Son cümle ise çok daha vurucu ve içler acısı halimizi gösteriyor: Sözün özü, Türkiye’de strateji var, eko sistem yok! Daha temel konuları aşmadan da siber güvenliği konuşmak ne kadar doğru? (Yazının tamamı için:
Türkiye’de siber güvenlik konusunun gündeme gelmesi ve yatımların hızla artması şart. Siber güvenlik ve bilişim alanının ne kadar önemli olduğunu Türkiye’de vurgulayan birkaç kişiden öteye gitmiyor. Devlet büyükleri ya da siyasi nutuklar çeken erkan ise bilişim alanından tamamen bihaber. Serkan İnci’nin yaptığını yapan bir siyasi yok bu ülkede. Doğrusu yanlışı tartışılır ama memleketin hayati bir meselesine dikkat çekmek için -amiyane tabirle- yırtınıyor olması onu büyük bir vatansever yapar. Bir cümleyle de olsa ona bir teşekkür gerekir elbette. Umarım ülkede karar veren mercilerden bazılarının dikkatini çekmeyi başarır. Yalnızca karar verenlerin değil 15 Temmuz’da kahramanlık gösteren halkın da bu meseleyi önemsemesi ve yatırımlara destek vermesi şart. İşte bu sebepten Snowden filmini izleyin. Bir film bu meselenin ne kadar büyük olduğunu anlatabilir bizlere. Birkaç müstehcen sahneden dem vurmadan konunun özüne odaklanarak bu filmi izleyin. Mümkünse belgeseli de izleyin. Memleketin nasıl bir saldırı altında olduğunu ve dünyanın nasıl bir zalimlikle yönetildiğini bir kez daha görmek için izleyin. Ellerimizden düşürmediğimiz telefonlarımızın, internete bağlı televizyonlarımızın ve kameralarımızın 7/24 nasıl izlendiğini görmek için izleyin. 15 Temmuz’da halk olarak bir kahramanlık göstermiş olabiliriz, evet, ama bunun işin en kolay tarafı olduğunu görmek için izleyin. Yeni ve daha büyük bir savaşa hazır olmak için, izleyin.