Dünya devletlerinde sosyal açıdan homojen bir yapının varlığından ziyade artık farklı kültürlerin yer aldığı toplumların oluşumuna şahit oluyoruz. Böyle bir oluşuma giden süreçte ülkelerde hâkim ana kültürün diğer alt kültürlere olan bakış açısı ve yaklaşımı her zaman sorun olarak kendini gösterirken bu sorunun ortadan kalktığını söylemek ise hala çok zor.

Ülkemizde ise ana kültür ve ana kültürlerin yanında alt kültürlerin varlığı çoğu çalışma ve araştırmalara konu olmuştur ve bu araştırmalara göre ülkemizde kültür açısından iki ana toplumsal yapı mevcuttur. Muhafazakârların ve seküler-laik kesimlerin oluşturduğu bu iki sosyal yapının tarihten gelen bir çatışma yaşadığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Osmanlı’dan cumhuriyetin kuruluşuna oradan da günümüze kadar gelen süreçte Türkiye’de muhafazakâr ve seküler-laik kesimin birbirlerine yaşam tarzı açısından kurmaya çalıştığı baskının bir başka değişik versiyonunu günümüzde hala yaşıyoruz diyebiliriz. Bazı sanatçı ve aydınların muhafazakâr kesimlere karı bakış açısı ve söylemlerinin yanında muhafazakâr kesimlerin de seküler ve laik kesimlere karşı yaptığı söylemlerde değişen bir şeylerin olduğunu söylemek çok zor.

Bu duruma rağmen yeni yetişen nesillerde durumun daha farklı olduğunu söylemek yanlış ise olmayacaktır. Hafta içinde bir muhabirin bir grup gençle yapmaya çalıştığı seçim sohbetlerinde çok farklı partilere oy vereceğini ifade eden gençlerin aynı grup içinde arkadaş olabileceklerini gördük.

Aslında gençlerin yaptığı bu birliktelik yıllardır ülkemizde ana kültürlerin kendi arasındaki ilişkisinin yanında diğer alt kültürlere de vermeye çalıştığı bir mesajı gösteriyordu. Gençler yaşam tarzı üzerinden tartışmaya dâhil olanlara ‘Sizin istediğiniz gibi yaşamak zorunda mıyız?’ dercesine birlikte çok kültürcü yaşamın bir parçası oldukları resmediyorlardı.