“İnsanlık” diyorum kâri. İnsanlık zor meziyet ve öyle her “insanım” diyene de nasip olmuyor. Ve hatta daha evvel dediğim ve inandığım gibi her insandan doğana insan denmiyor, denmemeli ve denmeyecek. Yani insan olmaya yetmiyor bir insandan doğmuş olmak. Görüyoruz, biliyoruz ve hep birlikte yine şahit oluyoruz buna.
“Dünyayı iki ayrı fikirde ayır” deseler bana ben merhamet ve zulüm diye ayırırdım inan. Ve şimdi de durum bundan hiç farklı değil. İsmi her ne olursa olsun. Aslında isimleri bunlar. Bir tarafta zulüm ve bir tarafta da merhamet var. Daha evvel de böyleydi, hep böyle oldu. Ve tarih bize şunu gösterdi ki zulümle kurulan her yapı yerle bir oluyor. Lakin temelinde merhamet olanlar ne kadar yok edilmek, unutturulmak, silinmek istense de bu mümkün olmuyor.
Batı çöküyor kâri. Hem de gözlerimizin önünde, gürültüyle patırtıyla, kıvrana kıvrana çöküyor. Ahlak yok, insanlık yok, merhamet yok, vicdan yok. Zira kuruldukları bir temel yok. Ama diyeceksin ki “güçleri ve paraları var” Doğru lakin satın alınan her şey bir gün tekrar düşüyor pazarlara. Belki de bunun için ölümün, zulmün ve işkencenin üzerine kurulmuş bir yığın gibi ölümüne çöküyorlar. Farkında olalım ya da olmayalım güneş yeniden bizim yaşadığımız toprakların üzerini aydınlatıyor ve umudu bizden bekleyen ve bizi bekleyenler hayra yorulacak rüyalar görüyorlar. Ve içimizde olup da bu zulümden kurulmuş karanlık diyarına hayranlığı bile aşıp da boyunlarına onların tasmalarını takanlar da artık bitlerini koparıp atamıyorlar. Masum kalamıyorlar. Zira öyle değiller zaten. Parayla satın alındıkları gibi yine öyle satılıyor ve satın alınıyorlar.
“Dünya yeniden bir doğuşa gebe” dendiği kanaatimce yalan değil. Hepimiz görüyoruz bunu, hepimiz şahit oluyoruz. Lakin şunu da görmek gerek gibi geliyor bana; kökü sağlamlaştırmak zorundayız. Ayaklarımızı sağlam basmak, bastığımız yerde sağlam durmak zorundayız.
“Batı insanlığın aklıdır” diye söylüyor, öyle yazıyor, öyle bağırıp çağırıyorlar. Kabul etmiyorum aslında bunu. En azından bir yere hapsedilecek, sadece bir kısım insanla anlatılacak bir şey olduğuna inanmıyorum bunun. Bütün insanlığın tuğla koyduğu bir duvar gibi görüyorum onu. Ve çıkıp da “batı akıldır” diyenlere “eyvallah” diyemesem de “doğu da kalbidir” diye cevap verebiliyorum. Ve inanıyorum buna. Hakikate inandığım gibi şeksiz şüphesiz inanıyorum ve aslında “doğu” derken de sadece bir coğrafyadan değil bir medeniyetten bahsetmeye çalışıyorum. Bizden, bizim medeniyetimizden.
Şimdi “Batı” vicdanını yitirdi ya da hiç bulamadı belki de onu. Aklı var diyenlerle dolu etrafımız. Belki öyle lakin vicdanı olmayan bir akıl; dışlamaktan, ötekileştirmekten, zulümden ve ölümden başka bir şey üretemiyor. Bildiği tek koku kan kokusu, gül nasıl kokar onu bilmiyor. Çocukların çığlıklarını işitiyor ama gülen bir çocuğun sesinin cennetten gelen bir ses olabileceğini anlayamıyor. Öldürmeye o kadar meftun olmuş ki yaşatmak denen halin hikmetinin farkında bile değil. Yani gönlü, yani vicdanı yok ve kalbi yok.
Batı çöküyor, zira tek başına akıl yaşamaya yetmiyor. Ve akılını yitirene “deli” dense de kalbini yitirene “ölü” deniyor…