Sanayi diye insanlığa müjdelenen devrim kısa zamanda savaş makinelerine evrildi ve aklını beğenen Batı dünyaya sömürgeciliği öğretmiş oldu. Aslında her şey adına “üretim” diyeceğimiz endüstriyel göz bağcılıkla başladı. Ne kadar üretim yapıldıysa o kadar insan öldü. Vebalardan ve kavimleri göçünden ölümlerden çok daha fazlasının sanayici devrimcilerin savaş aletleri yüzünden olmadığını bana kimse anlatamaz.
Bu akılla parayı bulduğunu zannedenler bilgiyi ve bilimi de bu endüstriyel akılla dizayn etmek istediler ve nitekim ettiler de. Hangi sosyal bilim çalışmasına bakarsanız bakın sonunda paraya ve ranta dayalı bir tüketim denkleminin yan sanayisi olarak hizmet gördüğünü fark edersiniz. Bu bağlamda sosyal bilim alanını da vahşi kapitalizmin pazarlama görevi ile nimetlendirmediler mi!
Konu bu değil tabi. Allah sizi inandırsın bu girişi seçimlere bile bağlayacağım. Ben bir süredir kullanıyorum. Kendi buluşum sanıp biraz seviniyor biraz da konuşmalarımda dinleyenlerden karşılık görmediği için mesafeli duruyorum. “Algı yönetimi”nden söz etmiyorum. Bunu da içine alan ve algının nasıl oluşması gerektiğini de bir yöntem olarak kullanan “süreç yönetimi”nden bahsediyorum.
Yukarıdaki değindiğim akıl sahiplerinin hüneri, elbette bir endüstri terimi olarak hayatımıza girmiş. Endüstriyel üretim süreçlerinin öncesi ve sonrası ile sağlıklı icrasını içine alıyor. Kabaca “bir kurumun performansının sürekli olarak iyileştirilmesini sağlayan ve süreçleri temel “varlık” kabul eden bir yönetim disiplini” biçiminde tanımlanıyor süreç yönetimi. Süreçlerin düzenli olarak ve sürekli biçimde izlenmesini ve geliştirilmesini garanti altına almak istiyor.
Gördüğünüz üzere daha çok malzeme esaslı üretim süreçlerinin tüm aşamalarını kapsayan bir disiplin. Sosyal bilim alanına ve özelinde de siyaset bilgisine büyük ölçüde akıl veren yapı son yüz yıldır bütünüyle ekonominin ve endüstrinin yönetim dinamikleri olmuştur. Kapital yığıcılığa dayalı bu çağın erdemi olan bu yaklaşım elbette insanlık tarihinin geçmişini ifade etmediği gibi geleceğini de bağlamayacaktır. Şimdilik toplumlar endüstriyel üretimleri nedeniyle nesillerini geleceğe taşıyıp taşıyamayacağı konusunu başka bahara bırakalım.
Ülkeyi 15 Temmuz’a kadar getiren namert suikast girişimi sonrası ortaya çıkan milli ve manevi bir hava ortaya çıkmıştır. Elbette milletin geleceğine yönelik kader birliği ve fedakârlık milletin de zaman içerisinde takdir edeceği bir pozisyondur. Bir inanç ve ülkü meselesi olarak kendini gösteren bu tavır sürdürülmesi gereken bir algının yönetimini de doğal olarak beraberinde getirmiştir.
15 Temmuz’dan hemen sonra MHP liderinin AK Parti lideri ile olan ilişkisinin sıcak gündemle alakalı olduğunu söyleyenler, bu ilişkinin bir sözleşmeye dayalı ittifak, kalıcı bir dayanışma ve ucu açık bir yol arkadaşlığı olduğunu Ağustos 2016’dan beri göremeyenlerdir.
Başkanlık sistemine geçiş, referandum, FETÖ ile mücadeledeki kronoloji ve nitekim Suriye’nin ve Irak’ın Kuzeyi gibi uç veren önümüzde duran NATO-Avrasya ikilemi süreç yönetimi duyarlılığı ile masaya yatırılmış izlenimi vermektedir. Elbette bu süreç ya da yaşanan krizler de yönetilmek durumundadır.
Siyasette de ticarette de üretim koşullarının büsbütün değiştiğini görmek zorundasınız. Artık eski Türkiye yok. Ne eski CHP ne de eski MHP var. Bütün ezberler bozuldu. Davaları uğruna belinde tabanca taşıyan bir neslin çocukları dün kan davası besledikleri kesimlere duygusal frekanslar iletebiliyorlar.
Türk toplumunun genel geçer politik mevzileri sürekli yer değiştirmeye başladı. Öncesi ve sonrası ile 15 Temmuz süreci pek çok imkânsızı mümkün kılabildi. MHP ile AK Parti arasında yaşanan karşılıklı sempati rüyalarda bile imkânsız sahneler iken bugün hayatın bir parçasına dönüşmüş haldedir.
Son derece hızlı bir şekilde tepede gerçekleşen bu sözleşmenin ya da ittifakların OHAL sonrası koşullarda nasıl bir toplumsal tepki ile karşılanacağını ve bu sürecin nasıl yorumlanacağını bugünden kestirmek son derece zordur. 15 Temmuz’dan hemen sonra yapılması gerekenlerin sürece yayılmış olmasının yansımaları bugün kısmen anlaşılabilmiş. O yüzden de belediye başkanlarının istifaları ile başlayıp kısmen yüksek bürokrasiye yansıyacak yeni sürecin seçimlere kadar dengeli dağıtılmasının ne derece işe yarayacağını şimdiden hesap etmek gerekir.
Örneğin bir başkent belediye başkanının istifası o günlerde bir anlam ifade ederken bugün zarar bile verebilmektedir.
Demir tavında dövülür. Zamanında yapılması gerekenlerin bedelinin daha ağır telafisine de süreç yönetimi demeyelim Allah aşkına!