– Serçeyi gören oldu mu?

– Serçe yok bu akşam

– Kimse şarkı söylemeyecek mi bize?

Kitabımdan çok yüreğimi okumasını istediğim okuyucu en renksiz sesiyle soruyor.

– Neden serçe? Son şiirinizde kırlangıç değil miydi bu?

– Kırlangıç genelde ötekini anlatırken kullanılır. Uzaktaki için hoş bir imgedir. Çünkü onlar genelde yüksekte uçar ve insanla yakınlaşmazlar. Oysa serçeleri herkes tanır. Herkes serçelerle göz göze gelmişlerdir. Adı geçer geçmez, fotoğrafik hafızanız çalışmaya başlar. Hatta ciddi bir çoğunluk çocukluğunda serçelere sapanla taş atmışlardır. Bu anlamda serçe biraz da vicdandır. Ama serçe imgesinin en büyük özelliği, (yani bu imgeyi güçlü kılan şey) serçenin bu kadar yakınımızda olmasına, bizimle iç içe yaşamasına rağmen evcilleştirilemez, kafeste yaşayamaz oluşudur. Yani hem çok yakınınızdadır, hem de asla size ait olmaz.

Eğer bir yazar aynı varlık için önce kırlangıç imgesiyle betimleme yapıyor, bir süre sonra imgesini serçeyle değiştiriyorsa, buradan anlarız ki geçen zaman içinde yazar öteki olarak gördüğüyle, artık yakın bir ilişki içerisindedir. Belki bu süre içinde dost olmuşlardır. Ama bu dostluğun kalıcılığı kuşkuludur. Bu yazarın kendinden değil serçe imgesinin özelliğindendir.

Okuyucu bu açıklamadan ne anladı bilmiyorum. Aslında bizim ne anlatmak istediğimizi değil kendilerinin ne anlamak istediklerini anlamaları daha iyi olur. Bu mantık zinciri bir üçüncü imgeye gider mi bilmiyorum. İmgenin bittiği yerde insan başlar ki, o salt gerçek yazarların çok işine gelmez. Gerçek biraz da matematiktir. Sayılabilen bir aşk yoktur.

Allah’ım seni çok ama çok seviyorum. Sana söyledikten birkaç dakika sonra iki gündür kaybettiğim serçe, bütün göklerin altını üstüne getirip de bulamadığım serçe yanımdaydı. Küçücük ve sıcak bedeni varlığıma, yüreğinin çıldırtan kıpırtısı yüreğime karıştığında “varlığında yok olmak” bu dedim. İnsanlık milyarlarca yıldır bunu anlatacak kelimeyi arıyor.

Allah’ım benim onca vefasızlığıma rağmen, ne istersem yaptın. Senin rahmetini tanıdıkça o büyük sırdan damlalar düşüyor ellerime. Sen kimseyi kolay kolay cehenneme sokamazsın. Çünkü her şeyi olduğu gibi aşkı da sen yarattın. Aşkı yaratanın, yaratanım olduğuna inanmak ne güzel.

Günlerdir rüyalarıma giren, uğruna varlığımdan vazgeçtiğim gözlerine baktım. fark etti ve yavaşça kirpiklerini kaldırdı. Gözlerinde küçük kristal bir gül vardı. Serçenin gözündeki kamaşmanın sırrına vakıf olmuştum artık. Ve serçenin benden neden kaçtığını biliyordum. Sustum. Çaresizliğim ateşi dünyanın kalbinden söküp yeryüzüne taşıyan, volkanların, bir derenin karşısındaki çaresizliğine benziyordu.

Bunu siz bilmezsiniz. Her şeyi eriterek kendi içine hapseden, yakarak ateşine katan volkanlar derelere gelince susar. Çünkü o küçücük dere onun karnına girmez. Buharlaşıp kaçar ve sonra yeniden döner yağmurlarla. Döndüğünde volkan sönmüş olur ve dere volkanın yaktığı toprağa can suyunu taşıyarak yeniden kurar yemyeşil gözlü bahçeleri… Bahçelerin sırrı da dallarında serçeler saklansın diye var olmalarıdır.

Aman ha..! Ağlama serçe, o gül oradan akarsa, bütün ömrüm bir damla suyun ardında geçer, aman ağlama. Felaketim olursun.

Canımdan yakın Allah’ım serçenin gözlerindeki kamaşmanın sırrına benim gözlerim nasıl dayanacak. Rabbim bu sırra hazır değilim.