Sermaye” diye bir şey var. Sermaye denilince aklımıza kâğıt paralar, tahviller, belki altın ve petrol geliyor ama bunlar aslında sermaye değil sermaye araçları.
Sermaye dünyanın kendisi ve insanlar. Para ve altın hepsi insanın ve eşyanın mala dönüştüğü sermaye çarkının iletişim araçları. Para dediğimiz şey tam olarak ne? Bir alacağı ispatlayan evrak ya da işaretli bir metal. Paranın kendisinin bir değeri yok, bir değeri temsil eden eşya. Bu değeri temsil eden eşyayı kim elinde tutuyorsa onun alacağı olduğunu ispatlıyor.
Şimdi ikinci ve asıl soru. Para bir alacağı temsil eden evraksa, bu evrakı elinde tutanın alacaklı olduğunu ispatlıyorsa borçlu olan kim? Devlet denilen mekanizmalar. Evet, modern devlet yapılarının ilk görevi para basıp sermayeye kıymet borçlanmasıdır. Devlet bir kıymete karşı parayı basar. Ben gelirim, askerlik yaparak, memurluk yaparak ya da ihtiyacı olduğu bir şeyi satarak devletin bastığı paraların içinden 1 lirasını alırım. Aldığım 1 lirayı götürüp fırıncıya verip ekmek alırken şunu söylemiş olurum yani: “Benim devletten 1 lira alacağım vardı o alacağımı devredeyim sen de bana elindeki ekmeği ver.” İşte alışveriş denilen şey de devletlerden olan alacaklarını birbirilerine devretmesidir. En çok kimin elinde para varsa o devletten en çok alacağı olandır. Paraya sahip olmak alacağı tahsil etmek değil bizzat alacak sahibi olmaktır yani.
Devletler para basarak, belirledikleri sınırları içindeki insanları, toprakları ve ihtiyaç olunan zenginliklerini satılığa çıkarmış olurlar. Devlet sahip olduğu toprağı, insanı ve bütün diğer katma değerlerini alt alta toplar ve onun değeri kadar para basar. İnsanının değerini -ki burada insan derken, emek, belki kölelik, fikir, sanat, zanaat ve askeri faydalar kastedilir- ya da toprağının değerini muhafaza etmesi oranında bastığı parasının değeri diğer devletlerin bastığı paralar karşısında düşer veya çıkar.
Sermaye, dünyadaki insanlar başta olmak üzere bütün kıymetleri bu para denilen araçlarla kendine bağlayan sistemin adı. Şimdi bu sermayenin elinde tuttuğu paralardan dolayı devletlerden alacağı var. Alacağını toprak alarak tahsil edebilir, devletin vatandaşlarını köleleştirerek tahsil edebilir, yer altı madenlerini ya da ihtiyacı olan tarım ürünlerini isteyerek tahsil edebilir. Bu tahsilata karşı direnmenin adı “düşmanlık”, kabul etmenin adı “uluslararası dengeler”dir.
İşte Lionel Rothschild gibi insanlar 1800’lerde “sermaye” dedikleri dünya sahipliğini güya yeniden -aslında tarihi 3 bin yıllık Yahudi aklıyla- tanımladıklarında paranın dolaşımını kontrol edebilmek için kendilerine bu kredi derecelendirme kuruluşlarını kurmuşlar. “Hangi ülkenin parası ne kadar alacak temsil eder, paralar hangi ülkeye aksın, ülkelerin para karşılığında neyini alırız” gibi hesaplarını tuttukları defterler bugünün kredi derecelendirme kuruluşu olmuş.
Sermaye, Osmanlı İmparatorluğu’nun 22 milyon kilometrekare toprağından alacağını tahsil edince elimizde bugünkü Türkiye kalmış işte.
O gün bugündür ülkeleri batırma, bankaları batırma, devlet hazinelerini batırma, savaş finanse etme, kârsız gördükleri savaşları durdurma, yerlerine taze savaşlar başlatma işleri yapıyorlar. Dümen suyuna giderseniz size iyi puan veriyorlar, para gönderiyorlar,dümen suyuna gitmezseniz size kötü puan veriyorlar, size para akmasını yavaşlatıyorlar. Mesele, gerçek kıymetin ne olduğunu bilip katma değer üretmek. Sadece tarım değil ya da teknoloji değil, askeri kıymetle birlikte sanatsal kıymet dahil onlarca başlıkta gerçek kıymetler. Ama önce kıymet, değer, fiyat ve eder tariflerini yeniden yapmamız gerekiyor…