Eşya zıddı ile kaim ya, güzeli ve doğruyu anlamak için güncel popüler araçlara ve sonuçlarına bakmamız yeter sanırım.
Esasında sürekli Netflix’i mevzu etmek de hoşuma gitmiyor. Fakat gelinen noktada vurgulanması gereken unsurları da dile getirmemek olmaz.
Netflix’in ne olup olmadığı konusu çokça konuşuldu, yazıldı. Derin bağlantılar, uluslararası teoriler, ortaklıklar ve küresel politikalara girmeyeceğim. Doğrusu ve yanlışıyla herkes bir şeyler söyledi.
Hayata dair olan her şeyin insanın duygusunu hedef aldığını kabul etmek gerek. İnsan, duygu ile yaşar. Duygu arar. Duygusu insanın yönlendirir. Araçlar ve yöntemler bu açıdan çok mühimdir. Çünkü duyguyu zedeleyebilir. Netflix’in bir araç olarak işlevlerinden en tehlikelisi de bu olsa gerek. İnsanın duygusunu hedef alıyor. Duygusuna ulaşıp izlenmeyi sağlama çabasından bahsetmiyorum. Aksine, duyguyu hedef alıp yok etme hedefi bu.
Netflix, 21. Yüzyıl aracı olarak, 21. Yüzyıl insanının yumuşak karnına hitap ediyor. İçi boş bir özgürlük söylemi ve -neredeyse- her türlü yaklaşımı ve görüşü hoş görme yaklaşımı… Yaklaşımdan da öte yönlendirme…
Peki, Netflix’in en çok hedef aldığı duygu nedir? Bunun cevabı tahmin ettiğinizden daha kolay ve zor. Çünkü anlatmak istediğim şey içerikten çok yöntemle alakalı.
LGBT yaklaşımının pazarlanması ve tepki toplayacak oranda teşvik edilmesi ve içeriklerde yer verilmesi değil… Şiddet, cinsellik, küfür gibi unsurların normalleştirilmesi de değil…
Netflix, kendi matematiği doğrultusunda bir dil oluşturdu ve içeriklerin yüzde 95’i bu dile uygun şekilde üretiliyor. Sanki her film ve dizi aynı elden çıkıyor. La Casa de Papel’inNetflix almadan önceki bölümleri ile özellikle son sezonunu karşılaştırmalı izleyiniz… Roma filmi apayrı bir yerde duruyor. Netflix matematiğini kullanmayan yegânefilm olarak müstesna bir yerde duruyor. Shitsel isimli dizi, Netflix ritüellerine kesinlikle ve kesinlikle uymayan dili ile Netflix için üretilmediğini açıkça ortaya seriyor.
Netflix matematiği dediğimiz şey elbette biçimi belirleyen, senaryodan başlayarak oluşan ve film dilinin bütün unsurlarını oluşturan norm ve form şablonu… Fragmanlar birbirinin aynısı… Filmler hep aynı şekilde ve yöntemle hayat buluyor. İzleyicinin özel hislenmelerine açık kapı bırakmamak için bütün damarlar kapatılıyor. Ya Netflix’in istediği yerde duygulanacak, istediği an korkacak, istediği şeye kızacak ve ne istiyorsa onu hissedeceksiniz ya da bu diyardan gideceksiniz.
Bunun farkında olanlar için belli seviyede savunma mekanizması kullanımı işe yarayabilir. Ancak Netflix kullanıcılarının çoğunun savunmasız şekilde içeriklere maruz kaldığını düşünecek olursak, yüz milyonlarca sinema ve dizi izleyicisinin aynı duygu kısırlığına doğru yol aldığını işaret etmek boynumuzun borcu olur.
Netflix, kendi alanında vaat ettikleriyle birlikte göründüğünün çok dışında ve yoğun ilgi gördüğü için konu ediyoruz. Elbette benzer platformlar vardır. Hatta merkez sinema ve dizi sektörünün de aynı işlevi gördüğünü söyleyebiliriz. Fakat Netflix gibi popüler ve insanlara kolay ulaşan, pamuk şeker içinde sunulan dikenli tellere karşı uyarıda bulunmamız gerekiyor.
Netflix ve benzeri mecraların/yöntemlerin öldürdüğü duyguları insanoğlu ileriki zamanlarda çok arayacak.
Ve o gün geldiğinde, en güzel duyguların katili kendimiz olmuş olacağız.