Suudi Arabistanlı yetkililerin İran aleyhinde yaptığı sert açıklamalar, Lübnan Başbakanı Saad El-Hariri’nin sürpriz istifası ve birkaç ülkenin Lübnan’daki vatandaşlarını geri çağırması gibi üst üste gelen gelişmeler Suudi Arabistan ve İran arasında sıcak bir savaşın patlak verebileceği korkusuna yol açtı.

Bu korkular ne kadar yerinde?

Yani bölgede gerçekten de yeni bir savaş kapıda mı?

Riyad ve Tahran arasındaki atışmayla ilgili geçenlerde Arap medyasında şöyle bir benzetmeye rastladım.

Suudi Arabistan ve İran’ın bir barda sürekli birbirlerine bağıran fakat bir türlü kapının önüne çıkıp kozlarını paylaşmaya yanaşmayan iki genç gibi olduğunu söylüyordu.

Bu kez “Dışarı çıkıp artık bu işe bir son verelim” derler mi?

Hayır.

Suudi Arabistan’ın İran’a savaş açması oldukça uzak bir ihtimal.

Yemen’de Husiler gibi küçük bir gruba karşı dahi dişe dokunur bir başarı elde edemeyen Suudi Arabistan’ın İran’la doğrudan savaşmayı göze alması çok zor.

Amerika’nın ve İsrail’in de Riyad’ın gazıyla İran’a saldırması beklenmemeli.

İran’a değil de Lübnan’a saldırırlar mı?

Doğrudan İran’ı hedef almak kadar olmasa bile -Lübnan’dan İsrail’e yönelik ciddi bir saldırı olmadığı sürece- o ihtimal de epey uzak.

Riyad’ın hatırına Hizbullah’la savaşa girmeyi İsrail toplumu kabul etmez.

Çünkü öyle bir savaş başladığı anda günlük yaşamı altüst olacak, kentlerine füze yağacak ve her siren sesiyle sığınaklara koşmak zorunda kalacak olanlar Suudi Arabistanlılar olmayacak.

Ayrıca Riyad’ın şu an tek bir önceliği var:

Veliaht Prens Muhammed Bin Selman’ın tahtı kazasız belasız bir şekilde babasından teslim alması ve otoritesini perçinlemesi.

İran’a ve Hizbullah’a yönelik sert açıklamaların dikkatleri içerideki karmaşadan başka yöne çekme ve ülke kamuoyunu dış düşmana karşı birleştirme gibi bir etkisi olduğu unutulmamalı.

Riyad ne yapabilir?

İran’a daha fazla yaptırım için Birleşmiş Milletler nezdinde girişimde bulunabilir.

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adil El-Cubeyr önceki gün Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na çağrıda bulunarak, İran’ın balistik füze kararlarını ihlal ettiğini söyledi ve nükleer programının yakından takip edilmesini istedi.

Lübnan içinse bir tür “Gazze modeli”nin devreye sokulduğunu düşünüyorum.

Kuşatmayla ve hatta savaşlarla Hamas’a diz çöktüremeyen Abbas, Gazze Şeridi’ne uygulamaya başladığı yaptırımlarla sonuç almayı başardı.

Gazze’yi artık yönetemeyeceğini anlayan Hamas, resmi kurumları ve sınır kapılarını Rami El-Hamdallah başkanlığındaki hükümete teslim etti.

Lübnan ve Gazze Şeridi elbette birebir aynı şartlara ve özelliklere sahip değil.

Fakat orada da benzer bir hedef söz konusu.

Ülkeyi yönetilemez hale getirerek sorumluluğunu Suriye’deki kayıpları nedeniyle sarsılan Hizbullah’a yıkmak.

Saad El-Hariri’nin istifasıyla Lübnan yeni bir siyasi krize merhaba dedi.

Fakat bu tek başına yeterli olmayacaktır.

Çünkü Lübnan, hükümet olmadan da aylarca ve hatta yıllarca yoluna devam edebilecek bir ülke.

Hizbullah’ın kurduğu vesayet düzeni sayesinde herhangi bir boşluk yaşanmıyor.

Bu nedenle siyasi krizle birlikte ekonomik yaptırımlar gündeme gelebilir.

Dört ülkenin vatandaşlarına “Lübnan’ı terk edin” çağrısı yapmasının bir amacı da bu.

Turizm, Lübnan’ın önemli gelir kaynaklarından biri.

Yayılacak korku havasının ve kaosun turizme de ekonomiye de darbe vurması kaçınılmaz.

İran’ın mali desteğiyle Hizbullah bu baskıya belki dayanabilir ve “Gazze planı” Lübnan’da işlemeyebilir.

Ama en azından şu aşamada bu seçeneğin deneneceğinde kuşku yok.