Bugün bilgi akışı sağlayan mecralardaki sınırsızlık, yorumun da sınırsızlaşmasına hatta yorum ile yorumsuzluk arasındaki çizginin belirsizleşmesine sebep olmaktadır…
Son günlerde yaşananlar ister istemez Umberto Eco’nun, “Yorum ve Aşırı Yorum”unu akla getiriyor…
Bir meseleye izah getirmenin nereye kadar sıhhatli olduğu ve nereden sonra “izah”ınsıhat mecrasını terk ettiği oldukça önemlidir…
Kitleselleşmiş hayati mesellerde yorumun nereden sonra aşırılaştığının da tespiti gerekiyor…
Tıpkı “kül edecek bir şey bulamayan ateşin kendini kül etmesi” gibi izah edecek/yorumlayacak bir konusu olmayan yorum da kendi kendini yok eder…
Evet, ülkemizde ve dünyada birbirinden değerli tıpçılarımızın olduğunu görmek çok memnuniyet verici…
Fakat belirli bir noktadan sonra tıpla alakası olmayan devasa kitlelerin, yapılan yorumlardan nasıl etkilendiğini de iyi düşünmek gerekiyor…
Hiçbir “tıp usulü” olmayan insanların binlerce yorumun arasından en doğrusunu bulmalarını beklemek, en hafif yanıyla ömrünü tıp alanına harcamış akademisyenlere haksızlık olur…
Topluma çok daha sade ve simultane bir biçimde aktarılması gereken bilgilerin artık son derece karmaşıklaştığını hatta bu karmaşıklığın kolektif hafızayı rahatlatmak yerine neredeyse “panik”leştirdiğini iyi görmek zorundayız…
Daha öncede hastanelere giden hastaların neredeyse yüzde otuz, otuz beşinin psikosomatik sebeplerden-yani hasta olmadığı halde kendisini hasta hissedenlerden- oluştuğunu gösteren çalışmaların varlığı düşünüldüğünde, buna birde panikataklıları eklediğinizde “aşırı yorum”un toplumda nelere sebebiyet verebileceği daha net ifade edilmiş olur…
Vurdumduymazlık ile paniklemek arasındaki o optimum noktayı yakalamak zorundayız…
Belirli bir konuda birkaç görüşten istifade etmek elbette ufuk açıcıdır…
Fakat bu görüş almanın sınırı kontrolü aşan bir seviyeye ulaştığında, konuya bakışta “şaşılık” meydana gelecektir…
Bugün bilgi akışı sağlayan mecralardaki sınırsızlık, yorumun da sınırsızlaşmasına hatta yorum ile yorumsuzluk arasındaki çizginin belirsizleşmesine sebep olmaktadır…
Önümüze çıkan her yorumu kafamızdaki hazır şablona sokmak ne kadar yanlış ise her birine mutlak doğru hükmünü vermekte o kadar yanlıştır…
Bu sebeple de şahsen yapmaya çalıştığım şey -bunca yorum arasında rotamı kaybetmemek için Bilim Kurulu’nun dolayısıyla da Sağlık Bakanlığı’nın açıklamalarını takip etmektir…
Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da -yorum açısından-ipin ucunu kaçırmak üzere olduğumuzu görmek, meselenin ciddiyeti açısından endişe vericidir…
Hekimlerimizin bu konuda belirli bir noktaya kadar yorumlarıyla ama o noktadan sonra sahadaki uygulamalarıyla “şifa dağıtmaları” daha anlamlı bana göre…
Toplumun yapması gerekenler “on dört madde”de özetlenmiş durumda…
Bana göre geriye kalan şey bunların toplum tarafından içselleştirilmesini sağlamaktır…
Sonrası en derin mesajdadır: “Tedbirini al takdiri Allah’a bırak…”