Nuri Pakdil, Fethi Gemuhluoğlu’nu anlattığı “Bağlanma” isimli eserinde, yurdumuzun içinden geçtiği inkıraz dönemlerine ışık tutacak metinlerle çıkar karşımıza. Bu metinlerden birinde, “Güzel sanatlardan sözetmeyegörsün, bir kımıltı eklenir gibi olurdu sonsuzluğa” diyerek Gemuhluoğlu’nun sanata bakışını ortaya koyar. Aynı metinde daha da ileri giderek, sanatın hayat-memat meselesi olacak kadar mühim olduğunu, yine Gemuhluoğlu’nun ağzından şu cümlelerle haykırır:     

“Kişi düştüğü yerden kalkar ayağa” derdi bana, “sanatla başladı yurdumuzda yabancılaşma; gene sanatla atılacak yurt dışına”. Eklerdi: “Sanatla kalkacağız ayağa”

İki büyük dev konuşuyor sıçanların hakim olduğu dünyada. Kapıkullarının ihanetten ihanete resm-i geçit yaptığı bir dönemde konuşuyor iki güzel adam. Ve sanat diyor. Sanat ve edebiyat. Sanatla ayağa kalkmaktan bahsediyor ve edebiyatla gönüllere su serpmekten. Edebiyatla uyanmak ve uyandırmaktan. Silahla yapılan işgalden daha tehlikeli ve sinsicesinden bahsediyor ve sanat diyor.

Bir nesli uyandırmak için serdedilmiş ve şerhe imkan bırakmayacak kadar açık bu cümleler karşısında, bir rüyadan sesleniyor ve diyorum ki: Bre gafil(ben)! Daha ne durursun? Niye anlamazsın? Neyi beklersin anlamak için? Ellerinde hak ve hakikate dair kalmış son çırpınışı da alıp götürmelerini mi? Hislerine bile pranga vurulmasını mı? Neyi beklersin ve neden kalkmazsın ayağa? “Her hareket hep bir kişinin ayağa kalkmasıyla başlamıştır” derken şair, o kişi sen olmayacak mısın? Etrafına bakmadan fert fert kalkıp,“benim olmadığım yerde kimse yoktur” diyen sen olmayacak mısın? Sen olmayacaksan kim olacak ve ne zaman anlayacaksın bu künhü? Nefes almaya başladığı günden beri sanat abidelerine imza atan bir medeniyetin çocuklarıyken bugün imza attığın ucubelerin ne zaman farkına varacaksın? Bunlar sana ait değil, ne zaman anlayacaksın? Bu çıplak ve yapay bedenler (kültürel iktidar/tabi varsa) sanattan anlamaz, ne zaman idrak edeceksin? Sanat bu topraklarda senden sorulur, bu gaflet uykusundan ne zaman uyanacaksın?

Evet! Biz uyudukça sanatla ilgili yaşadığımız inkıraz derinleşecek. Sanatla başladığı için hayatın tüm alanlarına sirayet edip, hayat alıp vermeye devam edecek.

Fethi Gemuhluoğlu ince bir adam. Çünkü imparatorluk bekası bir mümin.

Fethi Gemuhluoğlu feraset sahibi. Çünkü medeniyet olmaktan nasibini almış bir serdar.

Bakıyor ve okuyor Gemuhluoğlu. Okuyor ve görüyor. Çağına bakınca yozlaşmayı görüyor. İnsanın nasıl yoz bir çöle döndüğünü görüyor. Görüyor ve hemen harekete geçiyor. Çünkü dert sahibi. Çünkü din sahibi.

Eğiliyor üstüne meselenin ve köklere iniyor. Nereden nereye diyor ve köklere iniyor. Osmanoğullarının torunları nasıl olur da bu kadar düşer diyor ve köklere iniyor. Nasıl olur da, “Avn-i Firavn ile şeddadi binalar yapmazız” diyen Taşlıcalı Yahya’nın evlatları, moloz yığınlarından öteye gitmeyen binalar yaparlar diyor ve köklere iniyor. Sorular soruları kovalarken, cevaplar cevapları aralıyor ve buluyor kangren noktasını hazret. İrinin yayılma kaynağını buluyor ve ‘Sanat’ diyor. İçimize ekilen şeytani fitnelerin membaı sanat.

Faturayı kesiyor sanata ama Demokles’in kılıcını indirmiyor Gemuhluoğlu. Papaza kızıp oruç bozmuyor. At iziyle it izini birbirine karıştırmıyor. Sanat yerine, bizi bizden alan sanat anlayışına vuruyor neşteri. Ulvi sanatı süfli sanattan ayırıyor ve vuruyor neşteri. 2. Mahmud’un yaptığını yapmıyor yani. Yeniçeri Ocağı’nın kapattığında yeniçeriliği hatırlatan her şeyi de ortadan kaldırmıyor. Hatıralara da menfur bir şekilde yaklaşıp, yeniçeri isimlerini kazıtmıyor mezar taşlarından. Sanatın kökünü kazımaktan bahsetmiyor. Sanatı bu hallere düşürerek, bu medeniyetin ihsan çiçeği gibi açan çocuklarını zehir saçan mankurtlara dönüştürenlerin kökünü kazımaktan bahsediyor. Hem de devrimci bir ruhla ve evrime (tekamül) tabi olarak. Varlık haritamızın her karesine özgürlük bağışlayarak. Yeryüzünün en güçlü bedenlerine nefes üfleyerek. Dağları yırtacak ruhlara aşk (dostluk) armağan ederek.

İşte böyle diyor Gemuhluoğlu ve takdir ediyor onu Nuri Pakdil. Elmastan kelimelerle takdir ediyor. Çünkü o da biliyor nereden başladığını inkırazın. Mustafa Reşit Paşaları, Keçecizade Fuat Paşaları o da biliyor. O da biliyor Islahat-ı Turuk komisyonunu. O da biliyor Cemil Topuzlu Paşa’yı. O da biliyor “bu işlerin tadı kalmadı” diyen Dede Efendi’yi. Mızıka’yı Hümayun’u, Devlet Senfoni Orkestrasını. O da biliyor Muallim Naci’yle Recaizade arasındaki kapışmayı. Ve kazananı da biliyor. Bu ülkede son iki yüzyıldır hep yenilikçilerin (gelenek düşmanlarının) kazandığını o da biliyor. Yenilikçilerin hep kültür ve sanatla saldırdığını. Mimari ya da resimle, müzik ya da dansla saldırdığını o da biliyor. Biliyor ve içerliyor. Biliyor ve içi ateş doluyor. Biliyor ve kazanlar kaldırıp kelimelerden kurşunlar yapıyor.

Yağıyor sonra yağmur olup sanatsız kalmış insanlara. Sanatın içinde ruhtan bizar yaşayan fukaralara. Ama işlemiyor insanlara bu yağmur. Çünkü nasır tutmuş ruhlar. Bedenler de kat kat kir oluşmuş. Güzellikten yoksunluğun doğurduğu çirkinlik otağ kurmuş.

Giremiyor içlerine insanların kelimeler. Ulaşamıyor kalplerine. Bir vasıl olsa, hasret vuslatla taçlansa değişecek belki insanlar. Değişecek bütün dünya. Çünkü kalpler arınacak sanatla. Arınacak edebiyatla. Ve şimşekler çakacak bedenlerde. Bütün yorgun ruhlar dirilecek. Hayatın pazularına sertlik gelecek ve damarlarına kan pompalanacak sanatla. Kalpler de hilim, bilekler de dirim vücut bulacak. Bin yıllık uykularından uyanır gibi uyanacak mukaddes emanetin çocukları. O emanetin en güzeliyle uyanacak çocuklar. Sanatla yeniden doğacak. Sanatla meydan okuyacak haksızlıklara. Sanatla zulme karşı duracak. Sanatla evini baştan sona tezyin edecek. Sanatla var olacak ve inkırazı sanatla durduracak.

Bunu başarmak için bunu anlamak gerek ey insan, insanlık. Batı’nın salvo atışlarıyla üzerimize bombalar yağdırdığı ve bunu da en inceden sanatla yaptığı saldırıyı bertaraf etmek için bunu anlamak gerek. Çocuklarımızı sanatla buluşturmak gerek. Korkmadan ve sanatın ilahi bir buyruk olduğunu bilerek, süfli icracılarına da diş bileyerek çocuklarımızı sanatla buluşturmak gerek.

Çocuklarınız sanatla bozulmaz korkmayın. Bozuluyorsa eğer, o sanat değildir bilin. Bozan sanat olamaz çünkü. Sanat kisvesine bürünmüştür ama sanat değildir o. Bir aldatmaca, bir yanılsamadır. Siz bakmayın Platon’a. Biz Platon’un ya da Aristo’nun çocukları değiliz. Biz ihsanı emreden Allah’ın kulu ve her şeyin güzel yapan peygamberin ümmetiyiz. Biz yeryüzünün en güzide eserlerine ruh üfleyen bir ümmetin ahfadıyız. Bunu yine yapabiliriz. Yine yaparız El-Hamra’yı. Yine yaparız Süleymaniye’yi. Yine yaparız Tac Mahal’i.

Ama bu sanata uzak durmakla olmaz. Ama bu, sanattan korkmakla olmaz. Bu, sanatı ayağa kaldırmakla olur. Bu, sanata yatırım yapmakla olur. Bu, sanatı küllerinden yeniden doğurmakla olur.

İşte bu mümkün. Çünkü bu, bizim en güzel yanımız. Çünkü bu, bizim en güçlü yanımız.

Baki selamlar!