“Sanat bir savaştır. Kişinin canıyla kanıyla, etiyle kemiğiyle girişeceği bir savaş. Çalışarak sürdüreceği bir savaş. Bir şeyi kötü ya da eksik söylemektense suskunluğu yeğlerim.”
Jean François Millet
Savaş ve sanat kelimesinin aynı terkipte, hem de birbirini tamamlar vaziyette kullanılması şık durmuyor olsa da, zamanın bizi getirdiği ya da bizim zamana yüklediğimiz şartlar itibariyle, sanat için savaşmayı göze almak gerekiyor.
Bizim neslimiz, sanatın, yemek kadar ihtiyaç, ekmek kadar da kutsal olduğu bilgisiyle yetiştirilmedi. Tam tersi sanatın, nemelazımcılığın parçası ve birincil ihtiyaçlar sonrası lüksün göstergesi kabulüyle yetiştirildi. Bu kabulle de neslimiz, ne sanata yetişebildi, ne de sanatçı yetiştirebildi. Sanat hep göklerde kaldı ve yeryüzüne bir türlü indirilemedi.
Sanat daraltılmış, özgürlüğü alınmış, özgürlüğü elinden alındığı için özgünlüğünü yitirmiş bir maverasızlıkla nefes aldı bu coğrafyada uzun zamandır. Ve bu soluksuzluk hala devam ediyor. Bu soluksuzluk içinde soluk almak için bir savaşı göze almak gerekiyor. Uzun soluklu bir mücadelenin içine girerek, iltifatı da yalnız Allah’tan bekleyerek verilecek bu savaşın kutlu neferlere ihtiyacı var. Bu savaşta, dalga kıran vazifesi görerek çığır açacak yiğitlere ihtiyaç var. Bugün, o yiğitlerden birine değineceğim. Hayatını kelle koltukta yaşamış, inancından ödün vermediği için başına gelmedik kalmamış, sürülmüş, kovulmuş, atılmış ama asla yılmamış ve dünyayı başına geçirmeye çalışanların başlarına dünyayı geçirmiş bir sanat savaşçısından söz açacağım. Söz açacağım çünkü, bu yazı bir başlangıç olacak inşallah. Uzun ve bitmeyen bir başlangıç.
Kimden mi bahsediyorum?
Tabi ki, İlhami Atalay’dan! Sanatkâr/ savaşçı İlhami Atalay’dan.
O bir ressam. O bir desinatör. O bir dokuma ustası. Dahi derecesinde bir ressam olduğunu biliyordum ama halı dokuduğunu daha yeni öğrendim (Ve bu bilgi bana, Sokrates’in “Devlet yöneticilerinin dokumacılardan seçilmesi gerektiği” sözünü hatırlattı nedense.)
İlhami Atalay, resim sanatının ayarlarıyla oynayarak çığır açacak yetenekte birisi. Bunu da başarmış bugüne kadar ama bu bilinmiyor. Çirkinliğin revaç bulduğu ve hayatın bütün katmanlarına sızdığı bu çağda, değeri bilinmiyor İlhami Atalay’ın. Sonsuz güzelliğin peşinde bir ömür süren, hatta bir ömürde bir kaç ömür tüketen İlhami Atalay bilinmiyor bu topraklarda. Böyle giderse de bilinmeyecek. Ama bilinmeli. Bilmeli ve bildirmeli, sanatın modern çağ fedaisini. Bu çağda, modern sanata kendini kaptırmadan, geleneksel sanatların tekrarlarla kendi üzerine kapandığı donma haline de sırt çevirerek, yenilenerek sanat yapabilmenin imkanını ortaya koyan bu adamı bilmeli dünya. Sıfır kompleks, inancından aldığı güç ve bitmek bilmeyen enerjiyle sanat yapmanın ne idüğü ve nasılını ortaya koyan bu adamı bilmeli dünya. Sakalından taviz vermediği için istifa ederek izzetini kimseye çiğnetmeyeceğinin mesajını veren bu adamı bilmeli dünya.
İlhami Atalay, doğuştan bir yetenek. Kabiliyetin genlerine nakış nakış işlendiği ve o genlerden dışarıya şerha şerha çağladığı bir ressam. Allah’ın verdiğine ihanet ederek melek katledenlerden olmamak için melekelerinin sonuna kadar gitmiş, bu uğurda hiçbir engel tanımamış bir isim. Akademide aldığı resim eğitimi sonrası, devlet bursuyla gittiği Almanya’da resim ve dokumacılık alanlarında ihtisas yapmış. Döndüğünde ise, inançlarından taviz vermediği için kabul görmemiş bir isim. Allah’a inandığı ve inancını sanatına, hem erek hem de azık kıldığı için düşünceleri de, eserleri de kabul görmemiş ve akademiden atılmış bir isim İlhami Atalay.
“Sanatı en iyi anlayanlar Allah’a en yakın olanlardır” cümlesinin sahibi, derviş meşrebli ve devrimci ruhlu ressam İlhami Atalay, altmış dokuz yaşında bugün ve hala dinamit gibi. Hâlâ, her sabah uyandığında dünyayı yeni baştan imar edecek bir dirilikle bakıyor dünyaya. “İki günü eşit olan zarardadır” hadisini kendine şiar edinmiş hazret ki, sanatı yenilenmek olarak tanımlıyor. Bu yüzden her doğan gün yeni bir imkan onun için. Dünyayı daha güzel bir yere taşımak için bir armağan her nefes. Dünyayı güzelleştirmek için bitmek bilmez bir hazine zaman/ an. Bu özelliği onu kendini tekrar etmekten ve üzerine kapanarak kendinde kaybolmaktan korumuş her zaman. Hep yeni şeyler denemiş ve yeniliklerin peşinde olmuş bu yüzden.
Soyutla somut bir olmuş olmuş onun çalışmalarında. Fizikle metafizik el ele vermiş. Saplanıp kalma halini hiç yaşamamış. Hakikatin bütün veçhelerine olan talebi, onu varlığın bütün katmanlarında at koşturmaya itmiş. Fenomenler üzerinden ortaya koymamış ya da algılamamış dünyayı. Sanatın epistemik tarafını önemsemiş ve ontolojik boyutuna şapka çıkarmış. İnsanın serüvenindeki hiçbir boyutu açıkta bırakmadan çalışmış. Bıkmadan, usanmadan çalışmış. Bazen vazgeçer gibi olmuş ama kan pompalamış içerden bir şeyler ve yine, yeniden devam etmiş. Sanatçı kibrine prim vermeden, haddini bilerek ama hakkını da vererek devam etmiş. Hakkını almaya çalışan herkese haddini bildirerek devam etmiş.
Savaşmış yani. Sanatı için, inancı için savaşmış. Aslında dünyanın kurtuluşu için savaşmış. Bir kahraman gibi yaşamış İlhami Atalay. Bir kahraman gibi dolaşmış masalların arka sokaklarında. Süper kahramanların hikayelerine vücut vermiş kendisiyle. Allah’ı inkar edip Peygamber’le (s.a.v.) alay etmeye kalkan birilerinin kafasına indirmiş gerekirse tabureyi. Korkmamış onların elli kişi olmasından. Gücünü dışarıdan değil içeriden almış çünkü. Adıyla müsemma olup, meleklerle omuz omuza yaşamış hayatı. İçinde bulunduğu anla, Adem babamız (a.s.) ve tüm gelecek zamanlar arasındaki bağı koparmadan yaşamış. Anın içinde saklı tüm geçmiş ve geleceğin dikotomisinde nefes almış ve eserlerine oradan üflemiş nefesini.
Ona bakınca -ve tanıyınca onu- göreceğiniz en beliğ gerçek ise, Picasso’nun, Kandinsky’nin ulaşmaya ve oradan resim yapmaya çalıştıkları çocukluk safiyetidir. İnsanoğlunun mağara duvarlarına çizdiği bizon resimlerine ilham olan saflığıdır. Saflığı nisbetinde derinliğidir. Derin ve çalkantılı akademik geçmişine rağmen doğallığıdır. Tabiattan hiç vaz geçmeyişidir. İnsandan hiç kopmayışıdır (ki, otuz yıl insanların ortasında resim yapmıştır.) Allah’tan hiç ayrılmayışıdır. Ayrı bir mekan tanımıyla ondan uzak yaşamayışıdır. Çocukluğunda döşemelere çiviyle resim çizerkenki hasbiliğidir. Babasının yaktığı bütün resimlerine rağmen yeniden, yeniden yapışıdır.“Resim yap, resim yap, resim yap” deyişidir.
İlhami Atalay, savaşçı şairler gibi yaşamış, bilge kahramanlar gibi nefes almış bir sanatçıdır. Hâlâ da nefes almaktadır. Hâlâ talip olanlara nefes üflemektedir. Ve onun açtığı yol, yeni kahramanlarını beklemektedir. Yeni savaşçılarını beklemektedir bu yol. Bu yol sanatın yoludur. Bu yol salâhın yoludur. Bu yol salihlerin yoludur.
Baki selamlar!
Not: Daha önce yayınlanmış olan bu yazının tekrar yayınlanması -yukarıda göreceğiniz üzere- küratörlüğünü yaptığımı İlhami Atalay resim sergisinden dolayıdır. Bu sergi, Müslümanca bir düş ve düşünüşle resim nasıl yapılırın imzası bir sergidir. “Resim günah mı değil mi” tartışmalarına son noktayı koyarak, Allah’ın verdiği yetenekle Allah’ın emirlerini sanatta buluşturmanın güzelliğini seyre doyamayacağınız sergimize bekleriz.