Gerçekten büyük günah ve en acı felaketlerden birisi de zinadır. O, aileleri parçalayan, yıkımına sebep olan ve insan şahsiyetine yakışmayan bir kötülüktür. Allah onu haram kılmış, dünya ve âhirette cezasının büyük olduğunu bildirmiştir.
Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:
“Sakın zinaya yaklaşmayın; doğrusu bu çirkindir, kötü bir yoldur.” (17 İsrâ 32)
“Onlar, Allah’ın yanında başka tanrı tutup ona yalvarmazlar. Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar. Zina etmezler. Bunları yapan günaha girmiş olur.” (25 Furkan 68)
Hz. Peygamber (sav) de “Şüphesiz ki kanlarınız, mallarınız ve ırzlarınız birbirinize haramdır” (Müslim, kasame 30) buyurmuştur. Yukarıdaki âyette ihlaslı mü’minlerin güzel halleri sayılırken böyle bildiriliyor. Demek ki onlar Allah’a asla ortak koşmadan ibadet ederken, yasak kıldığı şeylerden de kaçınıyorlar. Ama inandığı halde yanlış yapacak olur ve tevbe etmezse dünya ve âhiret azabı şiddetli oluyor. Ancak içtenlikle tevbe ederse o başka:
“Ancak tevbe eden, inanıp yararlı iş işleyenlerin; işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah bağışlar ve merhamet eder. Kim tevbe edip yararlı iş işlerse, şüphesiz o, Allah’a gereği gibi yönelmiş olur.”(25 Furkan 70-71)
Fıtrata uygun bir haldir
Tabii ki tevbe her konuda her zaman kula açık bir kapı, tutunacak sağlam bir kulptur. O her şeyi değiştirir, kötülükleri iyiliğe bile çevirtebilir.
Şüphesiz ki Allah (cc) kadın ve erkeği, aile yuvası kurması ve böylelikle neslin çoğalmasına vesîle olması hedefine uygun olarak yaratmıştır. Bunun için de onların her birine, karşı cinsine yönelik bir istek ve arzu koymuştur. Buna “şehvet” denir.
Bu, fıtrata uygun bir haldir. Bir kişinin karşı cinsine karşı tamamen ilgisiz ve isteksiz olması düşünülemez. Bu, aynı zamanda bir ihtiyaç olarak insanın karşısına çıkar.
İşte bu fıtrat halini insanın meşru çerçeve içerisinde değerlendirmesi gerekir. Bu da ancak nikâh bağıyla gerçekleşir. Nikâh bağıyla kurulan aile yuvalarında erkek kadınından, kadın da erkeğinden istifade edecek, böylelikle fıtrî ihtiyacını gidermekle beraber, neslin çoğalmasına da sebep olacaktır. Bu durum asla kınanamaz. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Eşleri ve cariyeleri dışında, mahrem yerlerini herkesten koruyanlar; doğrusu bunlar yerilmezler.” (23 Mü’minûn 6)
Zaten böyle olmasa Allah (cc) evlenmeyi emir buyurmuş olmazdı:
“İçinizdeki bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden iyi olanları evlendirin. Eğer yoksul iseler, Allah onları lütfu ile zenginleştirir. Allah lûtfü bol olandır, bilendir.” (24 Nûr 32.)
Yukarıda geçtiği üzere iyi mü’minler, aralarında nikâh akdi olmayan karşı cinslerine karşı ırzlarını korurlar, iffetlerini muhafaza ederler:
“İffetlerini koruyan erkekler ve kadınlar…” (33 Ahzab 35)
İşte bunun içindir ki, nasıl diğer günahlarda onlara gidecek yolların kapanması gerekiyorsa, zinaya gidecek yolların da kapanması gerekir. O yollar ki; birbirine yabancı olan, yani nikâh düşen erkek ve kadının/genç kız ve erkeğin bir arada ve birbirlerine ilgi duyacak şekilde bulunması, televizyon, film, internet, tiyatro ya da çeşitli programlarla bunlara özenti duyurulması, giyim ve kuşamlarla önemli ölçüde cazibe ortamı oluşturulması ve benzeri. Herkesin malûmudur ki bu işler bir bakış, sonra birkaç sözle başlar. Bunun içindir ki Rabbimiz Nûr Sûresi 30 ve 31’de erkek ve kadınlara “gözlerini haramdan muhafaza etmelerini” emreder.
Cezası çok acı olacaktır
O ayetlerde görüldüğü üzere yüce Rabbimiz bakışlara dikkat çektikten sonra örtü, zînet (yerleri) ve çekici hareketleri de içine alacak şekilde çok açık olarak emrini beyan buyurmuştur. Bundaki asıl maksat, neslin ve dinin korunmasıdır. Zira fuhşa yönelen ve kimden olduğu belli olmayan nesillerin çoğalması, bir milletin yıkılması demektir. Tarihte bunun örnekleri pek çoktur.
Aile mefhumunu dışlamak sûretiyle, arkadaşlık, beraberlik (!) adına bir erkekle bir kadının birlikte yaşamasını savunan ve bunu sağlamaya çalışanların cezası da çok acı olacaktır. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurur:
“Mü’minler arasından hayâsızlığın yayılmasını arzu edenlere, işte onlara, dünya ve âhirette can yakıcı azap vardır. Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.” (24 Nûr 19)
O halde böylelerine değer ve fırsat verilmemeli, nesillerin hayâ ve edebe uygun bir şekilde yetiştirilmesine gayret edilmelidir. Zira hadiste şöyle buyrulmaktadır: “Her bir dinin kendine has bir ahlâkı vardır. İslâm’ın ahlâkı hayâdır.” (Muvatta, hüsnü’l-hulk 9; İbn Mâce, zühd 17)
İnsan iki şeyini muhafaza etmelidir. Bu onun için cennet müjdesidir. Ancak onlar, kişiyi en çok cehenneme götürecek durumdadır aynı zamanda. Hadislerde şöyle buyrulur:
“Her kim ağzın iki kemiği arasındaki dilini ve iki bacağı arasında bulunan (edep yerini) kötülükten korumayı bana temin ederse, ben de o kişinin cennetine kefil olurum.” (Buhârî, rikâk 23)
Rasûl-i Ekrem Efendimiz’e, insanı cehenneme en çok sürükleyen şeyin ne olduğunu sordular, o da bunun “ağız ve cinsel organ” olduğunu söyledi. (Tirmizî, birr 62; İbni Mâce, zühd 29; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 392, 442)
Efendimiz (sav) gerçekten iki önemli şeye dikkat çekmişler ve onların ancak meşru şekilde kullanılmasına işaret buyurmuşlardır. İnanan kişi Rabbinin emrettiklerini yapar, sonra da ağzına ve ırzına sahip olursa, kazancı da büyük olacaktır.
Gayrimeşru şekilde bir araya gelme sonucu ortaya çıkan çok büyük problemler ve acılar vardır. AIDS gibi dehşet verici hastalıklar, aileler arası kavgalar, boşa giden zaman ve paralar… Dahası, edep, şefkat ve merhametin ayaklar altına alınışı. “Annelik” şefkat ve acıma duygusunun kayboluşu. Yavrusuna “ciğerini” verme durumunda olan bir annenin, “ana” olmanın bütün özellik ve güzelliklerini kaybedişi. Zira zina yoluyla meydana gelen pek çok masum yavrucak cami ya da yuva önlerine konmaktadır. Yahut da acımasızca öldürülmektedir.
Hani nerede şefkat ve merhamet?
Hani nerede insanlık?
Hani nerede çağdaşlık, modernlik?
Hepsi de lâftan ibaret, değil mi?
Demek ki her zaman ve mekânda Allah’ın emir ve yasaklarının hikmeti çıkıyor karşımıza. Şüphesiz ki en iyi ve en doğruyu ancak Allah (c.c.) bilir. Tabii ki kulları için zararlı olan şeyleri bilen ve onlardan sakındıran da O’dur. Hadis-i şerifte bu husus şöyle belirtilir:
“(Mü’minleri) Allah Teâlâ’dan daha çok fenalıklardan koruyan kimse yoktur. Bundan dolayıdır ki, Allah açık ve kapalı fuhşiyatı haram kılmıştır.” (Buhârî, nikâh 107; Müslim, tevbe 5)
Yüce Allah (cc) Rasûlullah (sav) Efendimize, kadınlardan biat alırken şu hususları onlara belirtmesini emreder:
“Ey Peygamber! İnanmış kadınlar, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, başkasının çocuğunu sahiplenerek kocasına isnatta bulunmamak ve uygun olanı işlemekte sana karşı gelmemek şartıyla sana bey’at etmek üzere geldikleri zaman, onları kabul et; onlara Allah’tan bağışlanma dile; doğrusu Allah, bağışlayandır, acıyandır.” (60 Mümtehine 12)
Zira İslâm kadını da, erkeği de bir tutar. Bütün emir ve yasaklar böyledir tabii. Yani zina eden kadın ayıplanır da, zina eden erkek ayıplanmaz mı? Biliyoruz ki asr-ı saadetten bize gelen zina ile ilgili iki cezadan biri erkek, diğeri de kadınadır. Her ikisi de suçlarını kendiliklerinden itiraf etmişler ve had cezasının uygulanmasını istemişlerdir. Bu onların çok kesin bir tevbesi olduğu için, günahları bağışlanmış, onlara manevî derece de kazandırmıştır. Dolayısıyla yukarıdaki biat, erkekler için de aynen geçerlidir. Nitekim Allah’ın Rasûlü Akabe biatında erkeklerden de aynı sözü almıştır. (Buhârî, îman 11.)Bunun için âyette “ırzlarını koruyan erkekler” de geçer. (33 Ahzab 35)
Allah korkusuyla zinadan kaçışın mükâfatı
Zina haram olduğu gibi, ona giden yollar da haramdır. Çünkü bu, bakışı celbeden cazibeli bir giyiniş, sonra sözle dile getiriş, daha sonra ise gönülden ona yönelişle devam eder. Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz işte bu yolları şöyle dile getirir:
“Allah Âdemoğluna zinadan nasibini takdir etmiştir. Hiç şüphesiz Âdemoğlu bu akibete erişecektir. Göz zinası (mahremi olmayan kadına şehvetle) bakmaktır. Dil zinası da (zevkle) görüşmektir. Nefsin de zina temenni ve iştihası vardır. Tenasül organı ise bu uzuvların hepsinin arzularını ya gerçekleştirir yahut (bırakarak) yalanlar.”(Buhari, istizân 12; Müslim, kader 5.)
İnsan böylesi bir yolla günaha doğru giderken son anda vazgeçer, nefsini iteler ve Allah korkusu kendisine galebe çalarsa, durumuna göre karşılık görür. Gerçekten Allah korkusuyla günahtan kaçınan kul, yüksek dereceler elde eder. Bunu teyid eden kıssalar mevcuttur. Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimizden gelen Mağara Kıssası önemlidir gerçekten. Bu kıssada üç kişiden bahsedilir. Onların iyi amelleri sayesinde, başlarına gelen felaketten nasıl kurtuldukları anlatılırken, ikinci şahıs konumuzla ilgili olarak dikkatlerimizi çekmiştir.
İnsan yaptığı iyilik ya da Rabbinden çekinmenin karşılığını dünya hayatında gördüğü gibi, âhiret yurdunda da görecektir. İşte bunun belgesi:
“Ama kim Rabbinin azametinden korkup da kendini kötülükten alıkoymuşsa, varacağı yer şüphesiz cennettir.” (79 Nâziat 40-41)
Kâinatın Efendisi Hz. Ali (r.a.)’e hitaben;
“Ey Ali, elinde olmadan gözüne ilişen bir harama ikinci defa bakma. Zira ilk bakış sana aiddir ama ikinci bakış aleyhinedir,” (Tirmizî, edeb 28; Ebû Dâvud, nikâh 44) buyurmuşlardır.
İffetini koruyanlar Arş’ın gölgesinde gölgelenecek
Aynı şekilde Hz. Cerir (r.a) Rasûlullah (s.a.v.)’e ani bakıştan sorduğunda ona; “Nazarını hemen çevir,” (Müslim, âdâb 45; Ebû Dâvud, nikâh 44.) buyurur. Bir başka hadis ise şöyledir:
“Harama bakmak, şeytanın oklarından zehirli bir oktur. Bu sebeple, Allah’tan korktuğu için harama bakmayı terk eden kimseye, mükâfat olarak Allah öyle bir iman verir ki, onun tadını kalbinde hisseder.” (Hakim, Müstedrek, 4/314; Münzirî, et-Tergib ve’t-Terhîb, III, 63.)
Bu konuda, arşın gölgesinde gölgelenecek yedi sınıf insan sayılırken, beşinci sırada yer alan kimsenin mükâfatı da zikredilmeden geçilmez. Buradaki durum çok daha farklıdır. O, davet edildiği halde ona hiç yönelmemiştir. Mükâfatı da farklıdır:
Allah korkusu sebebiyle iffetini koruyanlar kıyamet günü Arş’ın gölgesinde gölgelenecek yedi sınıf insandan biri olacaktır. Nitekim Râsul-i Ekrem (s.a.v.) bu yedi sınıf insanı şöyle sıralamışlardır:
“Yedi sınıf insan vardır ki Allah Teâlâ onları (Arş’ının) gölgesinden başka hiçbir gölge bulunmayan (kıyamet) gününde arşın gölgesinde gölgelendirecektir.
-Adil hükümdar,
-Allah’a ibadet ederek yetişen genç,
-Gönlü mescitlere bağlı olan kimse,
-Allah için sevişen, O’nun için bir araya gelen, O’nun için birbirinden ayrılan iki kimse,
-Kendisini mevki sahibi güzel bir kadın (meşrû olmayan ilişkiye) davet ettiği halde “Ben Allah’tan korkarım” diyen kimse,
-Sağ elinin verdiğini sol eli duymayacak kadar gizli sadaka veren kimse,
-Tenha bir yerde Allah’ı anarak gözlerinden yaş boşanan kimsedir.” (Buhari, ezan 36.)
Tabii ki Kur’an-ı Kerim’de zikredilen Yusuf (as) kıssasının bu bölümü de çok önemli bir örnektir ki, Allah (c.c.) bizlere onu şöyle anlatıyor:
“Evinde bulunduğu kadın onu kendine çağırdı, kapıları sıkı sıkı kapadı ve “gelsene” dedi. Yusuf: “Günah işlemekten Allah’a sığınırım, doğrusu senin kocan benim efendimdir; bana iyi baktı. Haksızlık yapanlar şüphesiz başarıya ulaşamazlar,” dedi. And olsun ki kadın Yusuf’a karşı istekli idi; Rabbinden bir işaret görmeseydi Yusuf da onu isteyecekti. İşte ondan kötülüğü ve fenalığı böylece engelledik. Doğrusu o bizim çok samimi kullarımızdandır.” (12 Yusuf 23-24.)
Şüphesiz ki Allah’ın yardım ve korumasına her zaman ihtiyacımız vardır. O korumazsa biz korunamayız. O’nun korumadığını ise kimse muhafaza edemez. Rabbimiz bizleri bağışlasın ve her türlü günah ve felâketlerden muhafaza eylesin!
Günümüzde “arkadaşlık” adı altında bir araya gelen gençlerin gelmiş olduğu durum büyük bir felâkettir. Artık neredeyse umursanmaz bir tavır takınmaya doğru gidiliyor. Sekiz yıllık bir felâket olmuştu on iki yıl mecburiyeti daha büyüğü oldu. Artık liseler bu kötülüğün kapısı olmaya başladı. Üniversiteler ise daha da vahim. Kimse onlara karışamıyor ve bir şey diyemiyor. Aileler gözden uzak olarak gönderdiği çocuğunun kimlerle beraber olduğunu bilmiyor. Örtünme derseniz adeta hiç kalmadı. Bunun adı okumak, ilim tahsil etmek değil, benliğimizi kaybetmektir. Böyle bir tahsil olmaktansa, adına cahil dedikleri ama Allah korkusu olan bir nesil olsa daha iyi değil miydi?
Milli Eğitim Bakanlığı’nın acilen bunları gözden geçirmesi en azından on iki yıllık mecburiyetinden vaz geçmesi gerekir. Sanayilerde çıraklıktan yetişen ustaların da olmadığını düşünürsek bu aynı zamanda madden de kayıptır. Bunun yanında evlenme yaşının ilerleyip genç neslin azalmasını da göz ardı etmemek lâzım. Gûya kadınlara açıldıkça açılan kapılar ise bütün bunların vahametini bir kat daha artırmaktadır. Evde artık “reis” tartışmaları getiren bir çalışma ve varlık anlayışı, çatışmaları artırmakta ve bereketi yok edip doyumsuzluk girdabına düşürmekte ve ne yazık ki ayrılıkları artırmaktadır.
Sayın Cumhurbaşkanımızın Sünnet konusundaki açıklamaları takdire şayandır. Bu konularda da hassasiyet gösterdiğine şahit olmaktayız ki yangın daha aşağı inmeden tedbir almak gerekir.
Rabbim encamımızı hayreylesin!