Allah’ın yarattığı her şey mutlaka bir “hikmet” ve “maslahat”a dayanır.

Lakin yaratılan şey, zahiren “musibet” ise o musibetin “neden”ini, “sebeb”ini ve gerçek irade sahibinin “murad”ını anlamak veya anlamaya çalışmak; “zi-akıl olmanın” gereğidir.

Zaten akıl, bunun için verilmemiş midir?

Salgın”lar, “deprem”ler, “yangın”lar, “kuraklık”lar ve “toplu ölüm”ler gibi musibetlerin, üzerimize sağanak gibi yağdığı bir dönemden geçiyoruz. Musibete düçar olmuş Müslümanların ve helak olan kafirlerin kıssalarını okuduğumuz Ayet-i Kerimeler ve hadisi şeriflerde, tahlil ve tetkik ettiğimiz siyer ve tefsirlerde, tasvir etmekte zorlanıyor; “o kadar da değil!” diye nefsimizin dessasâne bir itirazıyla karşı karşıya kalıyoruz.

Peki ya şimdi?..

İsterseniz aldatıcı nefsimize soralım…

-Hiç bu kadar geniş alanı kapsayan ve aynı günde birkaç defa şiddetli bir şekilde on bir ilimizi sarsarak altını üstüne getiren böylesine şiddetli bir deprem gördün mü?

-İnsanı insandan uzaklaştıran, yıllarca kendi evinde hapsettiren ve musibete uğrayana, en yakın dostunun dahi cüzzamlı muamele yaptığı bir pandemiye şahit oldun mu?

- Devletlerin ayrıştığı, harp ateşinin her tarafa sıçradığı, milletlerin yok olmayla karşı karşıya kaldığı olağanüstü bir kaos ortamına denk geldin mi?

Bu sorular karşısında nefsimiz, istemeden de olsa “Hayır” diyor ve “Allah” dememek için süslü cümleler kurmak istiyor. Gördüğü, şahit olduğu ve denk geldiği bunca olumsuzlukları tercüme edecek bir neden arıyor. “Fay hattı” diyor, “Covid-19” diyor, “Biden veya Putin” diyor ama asla “Allah” demiyor.

Halbuki Allah, “Zümer sûresi”nde, her şeyin “yaratıcı”sı ve “vekil”i olduğunu; her şeyin anahtarının yanında bulunduğunu açık bir şekilde ifade ettiği halde bu küfrün, bu inkârın, bu dalaletin ve bu gafletin sebebi nedir?

Kur’ân-ı Kerîm’de Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele! Onlar, başlarına bir musîbet geldiğinde, ‘Doğrusu biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz’ derler. İşte Rablerinin lütufları ve rahmeti bunlar içindir ve işte doğru yola ulaşmış olanlar da bunlardır.” (Bakara, 155-157) buyurulur.

UMUMİ MUSİBETLER, EKSERİYETİN HATASINDAN ORTAYA ÇIKAR

Bu münazarada sıkışan, kızan ve çaresiz kalan nefis, kendini ıslahtan ziyade ifsat ederek “Ama Celal Şengör, ama Naci Görür, ama Dünya Sağlık Örgütü, ama savaş uzmanları, ama, ama…” diyerek zırvalamaya başlıyor.

Behey “cahil”, “gafil”, “alil” ve “zelil” nefsim, umumi musibetler ekseriyetin hatasından ortaya çıkar. Bundan dolayı ekser insanlar, topluca tevbe ve istiğfar etmeli ki bela ve musibetler ortadan kalksın.

BİLHASSA GENÇLERİN TAKVASI, TOPLUMU KURTARMAYA SEBEPTİR

Mamafih, umumi musibet karşısında Müslümanlar olarak namazı ikame etmeli, fakir-fukara, garip-gureba, yetim-öksüz gibi Allah’ın indinde makbul insanları gözetip sadaka ve benzeri teberruatla (bağış), Rahmet-i İlahiye’nin celbine çalışmalıdır. Ve bilhassa gençlerimizin takva sahibi olması için gerekli ikazlar yapılmalıdır.

Eğer takva sahibi gençler, beli bükülmüş yaşlılar, süt emen çocuklar, yayılan hayvanlar olmasaydı belalar sel gibi üstünüze dökülecekti.” (Taberani, el-Evsat, 7/134)”

Demek musibetin sebebi ve def’i, yukarıdaki pasajda saklı…

Selam ve dua ile
Fiemanillah