Bambu ağacının hikâyesini ilk olarak kıymetli dostum Alperen Öztürk’ten dinlemiştim. Bende sizlerle paylaşmak istiyorum.

“Çinliler bambu ağacını şöyle yetiştirir: Önce ağacın tohumu ekilir, sulanır ve gübrelenir. Birinci yıl tohumda herhangi bir değişiklik olmaz. Tohum yeniden sulanıp gübrelenir. Bambu ağacı ikinci yılda da toprağın dışına filiz vermez. Üçüncü ve dördüncü yıllarda her yıl yapılan işlem tekrar edilerek bambu tohumu sulanır ve gübrelenir. Fakat inatçı tohum bu yılda da filiz vermez. Çinliler büyük bir sabırla beşinci yılda da bambuya su ve gübre vermeye devam ederler. Ve nihayet beşinci yılın sonlarına doğru bambu yeşermeye başlar ve altı hafta gibi kısa bir sürede yaklaşık 27 metre boyuna ulaşır. Akla gelen ilk soru şudur: Bambu ağacı 27 metreye altı haftada mı yoksa beş yılda mı ulaşmıştır?”

Sadece fiziksel gelişimi gören insanlar için cevap altı hafta olabilir ama işin hikmetini görebilenler beş yıl cevabını verecektir. Büyük bir sabırla, ısrarla tohum beş yıl boyunca sulanıp, gübrelenmeseydi, düzenli bakımı yapılıp emek verilmeseydi ağacın büyümesinden hatta var olmasından söz edebilir miydik?

İnanmak gerekiyor. Verilen emeklerin boşa gitmeyeceğine ve sabrın sonunun selamet olduğuna inanmak. Çünkü inanmadan yapılan hiçbir şey tat vermiyor.

Bu gelişim süreci içinde bir diğer etken ise sabırla mücadele etmektir. Verilen emeklerin karşılığı görülmeyince, gelişim süresi uzadığında, en yakınındakilerden başlayan baskılar veya caydırma ifadeleri gelmeye başlıyor. Gelişmeye ve değişime direnen ya da cesaret edemeyenler, olumsuz enerji verdiğinde, tembellerin ufkunuzu anlayamayarak gösterdikleri ilgisizlikleri sizi vazgeçme aşamasına getirebiliyor. Geçen zaman içinde verilen emeklerden, gösterilen sabırdan dolayı yorgunluk da düştü mü bedene ve zihne… İnsan bir an duruyor ve “Değer mi?” sorgulamasına giriyor.

Bu gelinen noktada en önemlisi şunları hatırlamaktır. Başarının şartları her zaman çok basittir. Çalışmak, bir süre tahammül/sabır etmek, her zaman inanmak ve mücadeleyi bırakmamaktır. Durmadan yola devam etmek. Asla ve asla mücadeleyi bırakmadan, geri adım atma hissi uyandığı an belki de yokuşun son noktası, zirvesindesiniz. O son adım kala pes ederseniz, bir adım ötesindeki inişi göremezsiniz. Unutmayınız ki; gece ne kadar zorlu ve uzun olsa da her gecenin bir sabahı, yokuş ne kadar dik ve uzun olsa da çıkılan her yokuşun bir inişi mutlaka vardır.

Çığ misali… Kopan bir kar parçası kartopuna dönüştü mü büyümesi önlenemeyen bir yükselişe geçecektir. O eşik aşıldı mı kapılar kapıları açar, başarıdan başarıya koşulur.

Uzun zaman içerisinde sabırla, emekle, inanarak kat edilen yollar en sağlam ve en ulvi noktalara ulaştırır. Tıpkı gün yüzüne geç çıkan ama çıktı mı da kısa zamanda çok yol alan, hızla büyüyen bir bambu ağacı gibi.

Belki de başarının sırrının açılımı tam da budur. Emek, sabır, inanmak ve mücadele etmek.

Bu dört noktaya önem verdiğimizde sanki her şey daha güzel ve daha kıymetli oluyor. Tabii ki mücadelemizi sevgiyle beslediğimiz, emekle büyüttüğümüz sürece… Tabii ki yönümüzü bilginin ışığına doğru çevirdiğimiz ve çok çalıştığımız sürece. Sonrası mı?

Sonrasını sözün Üstadı Necip Fazıl Kısakürek ne de güzel ifade etmiş:

 

“Tohum saç, bitmezse toprak utansın!

Hedefe varmayan mızrak utansın!

Hey gidi küheylân, koşmana bak sen!

Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!

Eski çınar şimdi Noel ağacı;

Dallarda iğreti yaprak utansın!

Ustada kalırsa bu öksüz yapı,

Onu sürdürmeyen çırak utansın!

Ölümden ilerde varış dediğin,

Geride ne varsa, bırak utansın!

Ey bin bir tanede solmayan tek renk,

Bayraklaşmıyorsan bayrak utansın!”