Kafasına geçirdiği şarap rengi fularlardan modernlik icabı platin sarısı kaküller fışkıran, binlerce yıldır İslam ulemalarının -haşa- beceremediğini becerip, İslam telakkisini güya orta münevver bir perspektiften ele alan; şu an yazı ameleliğiyle uğraşan diyanet eskisi bir kadın… Ve bu kadının düştüğü fikir çukurundan hissedar topyekûn zihniyet ortakları…
Ara ara reformist şarlatanlıkları hortlatmaktan vazgeçmiyorlar.
Savundukları ahmakça düşünceler, kökleri ve filizleri ile beraber teker teker ele alındığında, hepsi için cilt cilt eserlerin yazılması gerekir. Ki hakiki dehanın beşerî çapta vücut bulduğu Allah dostları, hiçbir eksik bırakmamak suretiyle bütün bu cehalet silsilesine gerekli cevapları nakletmişlerdir.
İlim adı altındaki bu cehaleti, ayrıntısına girmeden genel bir ifadeyle etiketleyelim:
Gelişmeye ve olgunlaşmaya açık, özgür, demokratik ve riyazî akıl hükümlerine dayalı elastik bir din algısı…
Teoloji ile felsefeyi güya aydın bir bakış açısıyla ele alıp harmanlayan bu ruh hastaları, araya partizan dindarlık, siyasal İslam gibi konuları da serpiştirerek yaptıkları eleştirilerde, meseleyi kaşarlanmışsol söylemlere indirgeme becerisine de sahipler…
Bu yazıda, çapı daha geniş olduğu için akıl bahsinden yürüyelim. Ve ‘’dini siyasete alet ediyorlar, cahiller de buna kanıyor’’ vasatlığına hiç girmeyelim.
Bu zihniyet, cehaletin hikmete galip gelmesini hazmedemiyormuş gibi görünen fakat hikmet mefhumunu da kuru akıl kavanozuna hapsetmeye çalışan tedaviye muhtaç enteresan bir (tip)tir.
Yukarıda tanımladığımız; plastik bir tekâmülcülüğe dayanan (lego) din anlayışı, tamamen bilinçli adımlarla hareket eden din tahrifçileri kanalıyla bir çığ gibi büyümektedir. Sözde akılcı bu itikad katliamı da, Ehl-i Sünnet cevherinden nasibini alamamış milyonlarca ‘’marka’’ Müslümanının beyni kemirilip zihni zehirlenerek icra edilmektedir…
Oysa şer’i ölçüde aklın hudutları berraktır. İslam ne külliyen akıldan uzak ne de tamamen aklın hakimiyeti altındadır. İncelik, akla ederi kadar kıymet yüklemekte… Akıl, teslim olunan değil; hakikate teslim olandır. Bu noktayı çok iyi kavramak gerekir. Nice esrarlar vardır ki; ezelden beri hiçbir (yaratılmış) akıl bu esrarlar hakkında hüküm verememiştir ve kıyamete kadar da veremeyecektir. Şeriat, mücerret sınırlara hapsolmuş aklı hedef alır. Bu yönüyle dinde akıl yoktur demek abesle iştigaldir. Fakat hiçbir şerait dahilinde, hitap ettiği bu köşeli akıl tarafından da sorgulanamaz. Bu tarafıyla da din, akıl üzerinde keskin bir iktidar sahibidir.
Velhasıl mesele, bütün önceliğiyle imandır. Gaybe; bilinemiyene, sezilemeyine, hissedilemeyene iman… Esas olan budur. Daha bu şer’i ‘’sabit’’ ile barışamayan nass düşmanı ukala tipler, dini kendi kısır idraklerinin realitelerine göre anlamlandırıp, konumlandırmaya çalışıyorlar. Hükümlere rasyonel yaklaşacaklar ya; en büyük Rehber’i idrakte bizim gibiler için rehber olan, beşerî dehanın son noktası müctehidleri, Allah(cc) dostlarını akılları gereği -haşa-beğenmiyorlar!
Bu hususta noktayı, şimdilik; zamanının kutbu, büyük veli Abdülhakim Arvasî hazretleri ile noktalayalım. Büyük zât, iman ve akıl bahsi için -sadeleştirilmiş halde- şöyle buyuruyor:
“İmanın mahiyeti, Server-i âlem Efendimiz’in (sav), Risalet ve Nübüvvet itibariyle getirdiği akaide; akla, tecrübeye ve felsefeye danışmaksızın kesin olarak tasdik etmek, inanmaktır. Akla uygun olduğu için tasdik ederse, aklı tasdik etmiş olur. Resul’ü tasdik etmiş olmaz veya Resul’ü ve aklı birlikte tasdik etmiş olur ki, o zaman da Peygamber’e itimat tam olmaz. İtimat tam olmayınca da iman-ı kâmil olmaz; zira iman tecezzi ve kısım gibi parçalara ayrılmaz. Akıl, Resulullah’ın bildirdiklerini uygun bulursa, bu aklın kâmil, selîm olduğu anlaşılır.”
İpini koparanın hüküm verdiği din ve akıl mevzuunda, sadece aklın konumu ve işlevi bu denli hassas iken; ‘’özgür ilahiyata muhtaç’’ bir İslam algısındaki küfre vardırıcı korkunç anlayışa değinmeye -en azından bu yazıda- sıra gelmiyor…