Meşhur Hatem-i Tâî’nin oğlu Adiy, Peygamber asm’ın huzuruna boynundaki haç ile girmişti. Peygamber (asm); “Ey Hatip boynundaki haçı çıkar ve at.” dedikten sonra: “İttehazû ahbârahum ve ruhbânehum erbâben min dûnillâhi.” Yani; “Onlar, ahbarları (dîn adamlarını) ve ruhbanları (rahipleri) Allah’tan başka ‘Rab’ler edindiler.(Tevbe 31) ayetini okudu. Adiy; “Ya Resulallah, ahbar ve ruhbanlara biz ibadet etmezdik deyince Peygamberimiz (asm); “Allah’ın helal kıldığına haram derler, siz de haram kabul etmez miydiniz? Allah’ın haram kıldığına helâl derler, sizde helâl saymaz mıydınız?” şeklinde sual etti. Adiy’in cevabı ise “Evet“ oldu. Bunun üzerine Resulullah (asm) buyurdu ki  “İşte bu onlara ibadettir.”  Demek helal ve haramın tespiti, sadece Allah ve Resulüne (asm) aittir. Helal ve haram kavramına, Allah ve Resulünün (asm) haricinde kimse müdahale etmeye yetkili olmadığı gibi, muhalefette edemez. Aksi bir durum; neuzubillah “Rab”lığı ilan ve kabul etmeye kadar gider… Feteemmel…

Maalesef günümüzde sureti haktan görünüp, Allah ve Resulüne (asm) muhalefette bulunan nice âlim(!), şeyh(!) ve hoca vardır ki; bunlar Hazreti Ali (r.a)’nin dediği gibi: “Ahir zamanın en şerlileri” olarak tarihte yerini almaya devam edecektir…

Unutulmamalıdır ki, kendisine itaat, Allah’a itaat sayılan tek insan Peygamberimizdir (asm). Cenab-ı hak bu hususu; “Men yutiır resûle fe kad atâallâh” yani: “Kim Resule (asm) itaat ederse, Allah’a itaat etmiştir.” (Nisa 80) beyan buyuruyor. Bu hususta ifrat ve tefrit ehlinden gelecek herhangi bir itiraza vereceğim cevap; “Ben demiyorum Allah kitabında böyle buyuruyor” şeklinde olacaktır.

Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada çokça gezen bir paylaşıma şahit oldum. Konferans niteliğinde ki toplantıda sunum yapan kişi, şeyhine o kadar muhabbet besliyordu ki; ne dediğini kulakları duymuyordu. Başındaki sarık ile ilim ehli göründüğü halde, ne söylediğini bilmiyordu. “Eğer Peygamber (asm) hayatta olsaydı, benim şeyhim gibi olurdu.” sözü iki dudağının arasında pervasızca çıkıyordu. Sözün zahirine bakıldığında; sanki Peygamberimizin (asm) sünneti nazara veriliyordu. Hâlbuki bu söz ile şeyhi vasıtasıyla Peygamberi(asm) övmüyor; tam aksine Peygamber (asm)  vasıtasıyla şeyhini övmeye çalışıyordu. Bu hal Bediüzzaman Hazretleri’nin Münazarat isimli eserindeki şu misali aklıma getirdi. Mesela: Biri yere düşeceğini anladığı anda elindeki Kur’an’ı yukarı kaldırır ta çamura bulaşmasın. Diğeri ise oda Kur’an’ı yukarı kaldırır; ta düşmanın darbesi kendisine gelmesin. Yani biri hürmeten, diğeri ise düşmanın tecavüzünü defetmek için Kur’an’ı yukarı kaldırır.

Gökteki güneşi gösteren aynayı muhafaza etmek elbette lazım; ama aynanın güneş olmadığını da unutmamak lazım. Çünkü kutsallık vermek, kırılmaya mahkûm aynaya güneş nazarıyla bakmaktır. Evet, şeyh, âlim ve hoca; Kur’an ve Hadise ayine olmalı ama Kur’an ve Hadis yerine konmamalı. İşte içinde bulunduğumuz asrın marazı budur.

Halife Me’mun zamanında din-i İslam’ın çeşitli entrikalarla taaruza maruz kaldığı bir asırda; tasavvuf ve tarikatın bir kalkan gibi verdiği mücadeleyi kimse inkâr edemez. Evet, bin yıldır Kur’an’a hizmet eden tasavvuf ve tarikat haktır. Aksini iddia, mesnetsiz bir ithamdır. Onun için kimse tasavvuf ve tarikat düşmanı olduğumu iddia etmesin. Hatta tarikatın hakikatini ehlinden ders aldığımı da burada söyleyeyim.

Hulasa: Dünyada kendisine itaat Allah’a itaat olan tek İnsan Peygamberimizdir (asm). Çünkü o masumdur. Onun için hiçbir kimseye zatından dolayı ittiba edilmez ve tabii olunmaz. Sadece Kitap ve Sünnete ayine olduğundan dolayı itibar edilir. Dolayısıyla Kitap ve sünnete muhalefet edene tabi olunmaz ve şahsı kutsallaştırılmaz.

Fiemanillah…