Sabah kahvaltısında, akşam yemeğinde çocuklarımız haberleri artık izlemek istemiyor. Haklılar da…  Halep’te patlayan bombalar, Bağdat’ta intihar saldırısı, İstanbul’da Reina katliamı, Arakan’da acı, Kuzey Kore’nin nükleer tehdidi, ABD’de sel, Japonya’da Tsunami tehlikesi, Trabzon’da orman yangını, karısını kesen adam, babasını bıçaklayan genç, annesini boğan kız, tecavüzler, istismarlar, kuyumcu soygunu, dolandırıcılar… Moral bozmak için başka düşmana ihtiyacımız var mı?

“Bunlar hayatın gerçekleri; çocuklarımız bunları da duyup öğrensin” demeyin lütfen. Bütün bu olumsuzlukları dinleyerek görerek, vahşet içerikli bilgisayar oyunları, sapkın korku filmleri, pornografik saldırılar ve saçma sapan çizgi filmler eşliğinde “insan” değil, ellerimizle “ruh hastaları”nı yetiştiririz, böyle giderse.

Diğer yandan, acaba sürekli olarak problemlerden bahsetmek bu problemlerin çözümü için yeterli oluyor mu?

Kuşkusuz, bu tür bir haberciliğin içeride bir kamuoyu oluşturulmasında az çok katkısı oluyordur. Fakat mağduriyet hikâyelerini ve ardından ağıtlarını yükseltmek yerine, çözüm ve sonuç odaklı bir zihin dünyası inşa etmek doğru başlangıç noktalarından birisidir. Bunda, habercilerin ve görsel medyanın imkânları çoğu kimseden daha fazladır.

Ulusal basındaki “üçüncü sayfa haberleri” büyük bir rahatlıkla olumsuzluk pompalarken elinizdeki gazeteden umudunuzu yitirerek ayrılıyorsanız veya bir TV ülkeniz hakkında dünyaya ihbar mahiyetinde veya asılsız haberler servis edebiliyorsa yapılması gereken çok iş var demektir; habercilik konusunda öğrenilmesi gereken ve kat edilmesi gereken uzun bir yol var demektir.

Her disiplin için öğretilen birer ithal ezber vardır. Medyaya öğretilen ithal ezber cümle olarak “Köpek insanı ısırırsa haber olmaz, insan köpeği ısırırsa haber olur” cümlesiyle olağan ve insanî olan yerine, tuhaf ve anomalik halleri gözümüze sokan sapkın bir anlayış yerleşmiş oldu. Uluslararası ilişkiler, hukuk, tarih vs. birçok disiplin için de böyledir. Hâlbuki istenildiği kadar uğraşılsın, ithal ezberlerle sakat bir temel üzerinde doğruları yükseltmek gayet güç olacaktır.

Bu arada, Türkiye Radyo Televizyon Kanunu’nun yayın esasları olarak belirlediği ilkelerin düşünülerek oluşturulmuş olduğunu söylemek gerekir. Bu esasları destekleyecek veya şerh edecek yeni bazı tespitlerle açmak gerekirse TRT yayın esaslarında anayasal ilkeler, “çağdaş uygarlık düzeyi”, “milli hedefler”, “milli güvenlik siyaseti”,  “milli eğitim”, “genel ahlak”, “milli gelenekler”, “manevi değerler”, “kamu düzeni” gibi genel anahtar terimlerin kullanıldığı görülüyor.

Bu terimlerin ötesinde toplum menfaatlerini gözeten ve kamu yararı amacını dikkate alan toplumcu standartlar konulduğu görülüyor. Kanunda lafzen birebir tekrar edilmese de her türlü ayrımcılık, kişilik haklarına saygı,  tarafsızlık yayıncılık, Türkçenin doğru kullanılması gibi didaktik amaçların kanunla vazedildiği dikkat çekiyor.

Bunun yanında, belki kimse farkında değil ama, pozitif habercilik konusunda da bu kanunda yeterli normatif dayanağın yer aldığını söylemeliyim. Özellikle, “Karamsarlık, umutsuzluk, kargaşa, dehşet, saldırganlık gibi olumsuz duygular uyandırmak ve telkin etmek amacına yönelik yayın yapmamak” ilkeleri tersinden bir yorumla (mefhum-u muhalifinden) bizi aynı sonuca götürüyor.

Şahsen, bu kanun maddesini, toplumu gelecek adına umuda sevk eden, huzur ve barış, sükûnet ve esenlik gibi olumlu duygular uyandırmak ve telkin etmek amacına yönelik yayın yapmak şeklinde düzenlemeyi tercih ederdim. Yani pozitif bir yükümlülüğü gerçekçi olmak kaydıyla, yayın faaliyetlerinde bulunan herkesten az ya da çok beklenilmesi ve izlenmesi gerekirdi. Bütün bunlardan bir uygulama bütünlüğü sağlanıp sağlanamadığı veya ciddi bir felsefe çıkarılıp çıkarılmadığı ise apayrı bir konu.

Bu noktada kendilerini olumsuz medya bombardımanından başarıyla koruyan ve doğru bilgi akışıyla toplum lehine atmosferi kurmayı başaran ülkelerin tarzlarını yeniden incelemek gerekir.

Gelecek nesillerin gerçekleri doğru ve abartılı olmayacak şekilde görmeleri gerekir. Ancak her bir olumsuz haber karşılığında ve hemen ardından olumlu bir haberin gazetelerde, özellikle TV ekranlarında boy göstermesi gerekiyor.

“Bu kadar kötü bir dünyada haberleri nereden bulacağız?” derseniz, bu kadar olumsuz haberi nereden buluyorsak oradan derim. Dünyanın öbür ucundaki felaket haberinin hemen ardından bir gencimizin buluşunu, bir yeni fikri (innovasyon), bir bilim adamımızın başarısını, ekonomik göstergelerdeki olumlu gelişmeleri, bir çiftçinin ilk kez yeni bir ürün deneyerek elde ettiği başarıyı, yeni kitapların yazarlarını, topluma katkı sağlayan sosyal proje sahiplerini, çevrecilik gibi herkesin ilgisini çekebilecek ortak konulardaki olumlu gelişmeleri, dünyanın her köşesindeki ve özellikle de Anadolu’daki binlerce başarı hikâyesini, ekmeğini taştan çıkarmayı başaran girişimci insanları mercek altına alarak yeni bir tarz geliştirmek gerekir.

Sadece Türkiye içinde değil, uluslararası habercilikte de bu tür bir pozitif tarzın tahminlerimizin üzerinde bir katkısı ve olumlu geri dönüşü olacaktır.

Halkı geren haber yığınları arasında, onu rahatlatacak, ona ümit verecek pozitif  haberlere ve tarz değişikliğine bütün toplumun fazlasıyla ihtiyacı olduğu kesin…