Türk Ordusu’nun ÖSO Kuvvetleriyle birlikte Münbiç ve Fırat’ın doğusunda PKK işgali altındaki bölgeleri kuşatma harekâtında son aşamaya geldiği bir sırada önce ABD çekilme kararı aldı, şimdi ise terör örgütü Münbiç’ten ayrılacağını duyurdu. Çekilirken, boşalan yerlere Esed rejiminin yerleşmesi için çağrıda bulundu.

Aslına bakılırsa, ayaklanmanın başladığı 2011 yılından bu yana PKK’nın Suriye kolu olduğu öne sürülen PYD ve uzantılarının Esed rejimi ile ciddi bir sorun yaşamadığı biliniyor. İddia edilen diyorum çünkü, bu Batılı medya organlarının bir manipülasyonundan başka bir şey değil. Bölgede PYD, YPG, KCK, YPJ gibi örgütler yok. Tek bir örgüt var. O da, lideri Abdullah Öcalan olan; Türkiye, Suriye, Irak ve İran’da teröristleri, Ermenistan, Rusya, Avrupa ve ABD’de farklı isimler altında örgütlenmiş siyasi misyonları olan terör örgütü PKK’dır. İsim koyma, savaşın belki de en kritik ve önemli parçasıdır. O sebeple, başta medyamız olmak üzere siyasilerimizin ve aydınlarımızın tanımlamayı doğru yapması elzemdir. Türkiye tek bir terör örgütü ile savaşıyor. Onun adı da PKK’dır.

Türkiye sınırındaki pek çok bölgede PKK ve rejim yıllardır birlikte çalışıyor. ABD’nin Suriye’den çekilirken, boşalan yerlere diğer tüm alanlarda olduğu gibi Esed rejimi militanlarının yerleşmesi başından beri ne ABD’nin ne diğer Batılı ülkelerin bu katil rejimle hiçbir sorunlarının olmadığının bir başka göstergesi. Rejimi tehdit eden birkaç açıklama, küçük gözdağları ise bir göz boyamadan ibaretti. ABD’nin bölgedeki birinci taşeronu PKK, ikinci taşeronu ise DAEŞ’ti.

İslami sembolleri kullanan teröristler eliyle Suriye ve Irak’ta, ABD’ye boyun eğmeyen muhalifleri sindirip, ezdiler. Suriye’de Esed rejiminden alınan yerleri DEAŞ’a işgal ettirip, sonra yine rejime hediye ettiler. Irak’ta ise sünni muhaliflerin ellerindeki kentleri, Esed’in müttefiki olan İran yanlısı Irak yönetimine hediye ettiler. DEAŞ görevini yaptı. Sırada etnik kimliği ve sembolleri kullanan PKK var. Tüm kuzey Suriye’yi, petrolün olduğu Deyr-ez Zor’a kadar PKK’ya işgal ettirdiler. Şimdi ise sırayla yine Esed rejimine teslim ediyorlar.

Rusya ve ABD’nin bölgedeki çıkarları bu yönüyle birbiriyle örtüşüyor. Ayrıca taşeronları kullanma becerileri de benzer. Hiç birisinin terörle mücadele diye bir gündemi başından beri olmadı. Soru burada onların ne yapacağı ve planlarının ne olduğu değil. Yedi yıldır mücadele eden ve yaklaşık 1 milyon insanını kaybeden muhaliflerin ne yapacağı? Eğer Türkiye müdahale edip, ÖSO bileşenlerini tek bir çatı altında toplamayı başaramasaydı ve Zeytindalı, Fırat Kalkanı gibi harekâtlar zaferle sonuçlanmasaydı, bugün Suriye’de muhalefet diye bir şeyden bahsedilemezdi.

Esed rejimi her geçen gün kan tazeliyor, toprak genişletiyor ve meşruiyetini arttırıyor. Son olarak BAE’nin yeniden Şam’da elçiliğini açması, Sudan lideri El Beşir’in Esed’e ziyarette bulunması bunun en tipik göstergesi. Türkiye’nin Afrika’daki en ciddi müttefiki Sudan’ın liderinin Esed rejimine yaptığı ziyaret, muhafazakâr camiadaki bazı medya organlarında şaşkınlık ve öfkeyle karşılandı. Öyle ki, El Beşir’in bir anda diktatör olduğu hatırlandı. ABD ve Batı’nın diktatör olarak gördüğü El Beşir’in suçu neydi, hatırlayalım: Sudan’ın bölünmesine karşı çıkmak ve güneydeki Hristiyan isyancıları bastırmaya çalışmak. Başarabildi mi? Hayır. Sonuçta Sudan ikiye bölündü ve petrol kaynaklarının yüzde 75’i Hristiyan bölgede kaldı. Şimdi Katar krizinde Türkiye ile birlikte hareket eden Sudan cezalandırılıyor. Ülkede ayaklanmalar başladı. İslamcılığı kimseye kaptırmayan çevreler şimdiden El Beşir’i suçlamaya başladılar bile. Sudan bölünürken, El Beşir’i diktatörlükle suçlayıp, bölünmeyi makul bulan kimdi? Hatırlayanınız var mı? İslamcı lider merhum Hasan Turabi.

Şeytan bize bazen sağdan, bazen soldan yaklaşıyor. İdeolojik gözlükler bazen gözlerimizi kör edebiliyor. Sorun bizim nerede durduğumuz. Devletimizi ve vatanımızı ne kadar önemsediğimiz.