İçgüdüsel olarak daha zengin ve varlıklı olmanın bizi daha mutlu kılacağını düşünürüz. İktisatçıların çoğu da böyle düşünür. Gerçekten de, son 50-60 yılda yapılan birçok çalışmada iktisatçılar, bir toplumdaki zenginlerin fakirlere göre daha mutlu olduğu sonucuna istikrarlı bir şekilde ulaştılar. Fakat ortada garip bir şeyler de vardı: Zengin ülkeler fakir ülkelere göre daha mutlu değildi. Ülkeler de zaman içinde daha mutlu hale gelmiyordu. Amerika’da ikinci dünya savaşından bu yana milli gelir ikiye katlandı. Fakat ülkenin genel mutluluk seviyesi şu anda 1940’lı yıllarla aynı düzeyde. İlginç değil mi?

Çok daha ilginci ise Japonya’da yaşandı. 1950’ler ile 1980’lerin sonu arasında Japonya milli gelirini inanılmaz ölçüde arttırdı. 1950’lerde neredeyse hiçbir evde elektronik eşya bulunmuyordu. 1990’lara gelindiğinde ise neredeyse her evde bütün elektronik eşyalar vardı. Otomobil sahiplerinin sayısı ise aynı dönemde yüzde 1’den yüzde 60’a çıktı. Evet, sadece otuz yıl içinde Japonya’da kişi başına düşen milli gelir tam beş katına çıktı. Peki, mutluluk seviyesi? O değişmedi, olduğu yerde kaldı (Kaynak: Richard Easterlin, Where is Economic Growth Taking Us?, 2000).

Çok ilginç değil mi? Tüm ülke inanılmaz bir şekilde zenginleşse de genel mutluluk seviyesi o ülkede olduğu yerde kalıyor. Fakat işin ilginç de bir yönü var: Aslında o ülkede daha zengin olanlar fakirlere göre daha mutlu olma eğiliminde oluyorlar. İktisatçılar buna Easterlin paradoksu diyor. Bu paradoksa getirilen en tatmin edici açıklama ise biraz rahatsız edici. İnsanları daha mutlu eden şey mutlak olarak daha zengin olmaları değil, göreceli olarak daha zengin olmaları. Eğer sahip olduğumuz şeylere diğer insanlar sahip değilse daha mutlu oluyoruz. Ya da, diğer insanların sahip olduğu ama bizim sahip olamadığımız bir şey varsa daha mutsuz oluyoruz. Bir komşunuza misafirliğe gittiğinizde (tabi İstanbul’da yaşıyorsanız bu ihtimal çok düşük, üzgünüm), komşunuzun şâşâlı bir salon takımı almış olduğunu görseniz ne hissedersiniz? Rahatsız edici ama gerçek…

Peki, neden? Yoksa satın aldığımız şeyleri, sadece hayatımızı kolaylaştırdıkları ya da güzelleştirdikleri için değil de, gösteriş yapmamıza imkân verdiği için de mi satın alıyoruz? Yani, insan bir kere temel ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra gözünü hemen kabul görmeye ve statüye mi dikiyor? O zaman garip bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Satın aldığımız o süslü ve pahalı şeyleri ihtiyaçlarımızı gidermesi için değil de statü için mi satın alıyoruz?

Meselenin bir de başka bir yönü var. Bir ülkede gelir dağılımı ne kadar bozuksa, bu durumda o ülkedeki genel mutluluk seviyesi de o kadar düşük olma eğiliminde olacaktır. Çok az sayıda süper zenginin olduğu ve diğer insanların fakir olduğu bir ülke düşünün. O fakir insanlar belki 100 yıl önce yaşamış atalarından çok daha fazla şeye sahipler, fakat yine de çok daha mutsuzlar. Sebep? O süper zenginlerin varlığı!

Gelir dağılımının düzgün olduğu, yani halkın önemli bir kısmının orta direk olduğu bir ülkede genel mutluluk seviyesi de daha yüksek olma eğiliminde olacaktır. O zaman, gelir dağılımını iyileştirme hedefi ülkeler için milli geliri arttırma hedefi kadar önemli olmalı. Fakat ne Türkiye’de ne de diğer ülkelerde gelir dağılımı konusuna hak ettiği önem verilmiyor, hiçbir zaman da verilmedi. (Yeri gelmişken, geçen yıl çıkan ve bu yıl Türkçe’ye çevrilen Thomas Piketty’nin 21. Yüzyılda Sermaye isimli eseri bu konuya hak ettiği önemin verilmesine inşâallah bir nebze de olsa vesile olacak).

Son 12 yılda, Türkiye’de orta direk epey genişledi ve orta direğin toplumun üst katmanlarına göre göreli durumu önemli ölçüde iyileşti. AK Parti’ye toplumun gösterdiği teveccühün arka planında da bu durumun önemli bir yeri var. Fakat belirtmeliyim ki daha kat edilecek oldukça uzun bir mesafe bulunuyor. Bundan sonraki dönemlerde, Türkiye’de genel mutluluk seviyesinin daha da arttırılabilmesi için gelir dağılımı konusunun medyada ve hükümet kanadında daha görünür hale getirilip bu konuda aktif ve şeffaf bir politikanın yürütülmesi gerekiyor. İşte o zaman, Türkiye daha da güzel bir ülke haline gelecek.

Not: Belirtmem gerekir ki maddiyatla manevi tatmin sağlamaya çalışmak nefsîdir ve nihai tahlilde havanda su dövmeye benzer. Huzur İslam’dadır.