Diriliş’in ilk günlerinde bayi bayi dolaşır, gazetemi alır, en okunulabilecek yazarıyla yazzane arasında zaman ayarlaması yaparak okumaya başlardım. Şöyle ki tam kapıya geldiğimde yazı bitecek.

Yol boyu okumalarımda dikkatimi ‘Dünyayı pandalar fethedecek’ resimli yazısıyla çekmişti Ayşe Beyza Çiçek.

İnandırmıştı pandaların dünyayı fethedeceklerine.

Diriliş’te vaziyet karışınca o da “bu şarkı burada bitmez” diyerek daha Müstakil bir gazeteye geçti. Fütuhat bitti mi, hayır, onların gidişinin pandaların işini kolaylaştırmak olduğunu düşünüyorum; üç bin kişinin fethi ne ki şunun şurasında.

Bilemiyorum biz toplum olarak muhtemel bir panda fütuhatına hazır mıyız? Ama beklemeye hakkım var; Artık abonesi olduğumuz Diriliş’in ilk günlerinde olduğu gibi her sabah Müstakil arayıp buluyor ve yine gazetenin en okunabilecek yazarı Ayşe Beyza Çiçek yazısıyla yazzane arasında zaman ayarı yapıyorum. O yazmadığı günler Hakan Abi’nin ayar tutmayan incecik yazısıyla…

Benim pandalardan, pandaların da benden ümidi kesmemesi için okuyorum Müstakil’i. Kurtarılacak/ fethedilecek üç bin kişisinin arasındayım. Fütuhata PDF’ciler dahil mi bilemediğimden abone olmadım.

Kendisi duymasın pandaların fethini beklememe sebep Tırmık’ın son günlerde vazifesini layıkıyla yerine getirmiyor olmasıdır.

Önceleri ‘kendiliğinden bir görev şuuruyla’ ve ıslak burnunu yüzüme bastırıp, ‘mırk, mırık’ diye sesler çıkararak sabahları beni uyandıran Tırmık ne olduysa bir süredir işini unutuverdi.

Gözlerimi açar açmaz yere fırlayarak kalkıp kalkmadığımı kontrol etmek için bakar, ben bu uyandırmaları sabah ezanına nasıl denk getirdiğini düşünürken pencerenin camından dışarıyı seyretmeye dalardı. Bu onun ilk meziyeti de değildi.

17 Haziran seçimlerinde, seçimle, geçimle işi olmayan, ‘ne sağcıyım, ne solcu…’ havasında ortalıkta dolaşan Tırmık, adeta yaşadığımız seçim hezimetinin bütün sorumluluğunu üzerine almış gibi, beni 1 Kasım Pazar sabahı erkenden yine ‘ıslak burun yönetimiyle’ uyandırdı. Gözlerimi açınca zıplayıp kapıda hem miyavlayarak hem de kalkıp kalkmadığımı kontrol ederek cama doğru yürümeye başladı. ‘Nedir, sabah sabah üstelik Pazar ve üstelik uyuyacak epey uykum var’ diye söylene söylene kalkıp peşinden gittim.

Geldiğimi görünce koşa koşa cama çıktı ve gözünü bir yere sabitleyerek bakmaya başladı.

Yaklaştım nereye bakıyor diye ve ne göreyim. Bizim tekir gözünü mahallenin trafosuna dikmiş öylece bakıp duruyor. Hemen trafo hikâyesi baydı, bayatladı diyeceksiniz ama durum bu.

‘Salayım şunu bakayım ne yapacak’ merakıyla balkona çıkardım. Balkondan bir arabanın üstüne uçarcasına atladı ve oradan bana baktı. “Madem bir vazifen var, akşam yeni bir hezimetle sakın gelme bu eve!” ihtarımı çekerken o trafoya doğru koşmaya başlamıştı bile.

Akşam oy kullanma işi biter bitmez evdeydi. Kucağıma atladı ‘o iş tamam’ der gibi göz kırptı. Sonuç malum.

İşte böyle başarıları olan Tırmık artık sabah uyandırmalarını bıraktı. Aldım karşıma konuştum, fırça attım olmadı. İnatçı, vurdumduymaz, kasıntı, laftan da anlamıyor.

Netice, Tırmık’tan ümidi kesmek üzereyim ve Ayşe Beyza Çiçek’ten bir panda yazısı bekliyorum; noldu bu fütuhat, gelmeyecekler mi?