Her yıl milyonlarca insanın kaderinin belirlendiği merkezi sınav kurumu ÖSYM ülkelerin kozmik odaları kadar hayatiyet ifade ediyor. Kamuya ve özel kuruluşlara adaylık ve istihdam, lisansüstü öğrenime başlama, yabancı dil seviye belirleme ve kurumun ortaya çıkmasına neden olan üniversitelere yerleştirme gibi alanlarda yirmi sekiz farklı türde merkezi sınavlar yapan kurum bu ağır sorumluluğu tek başına üstlenmektedir. KPSS tarzı sınavlar dışında hemen hepsi yılda birden çok kez yapılan sınavlar göz önünde bulundurulduğunda kabaca 10 milyon adayın her yıl birebir yüzleştiği bir kurum çıkıyor karşımıza.
En son 20 Kasım 2016’da yapılan KPSS ortaöğretim sınavı için 3 milyon 500 bin kişi başvuru yapmış, aynı yılda yapılan 65 sınava toplam14 milyon 500 bin kişi katılmıştı. Aileleri ile birlikte her yıl Türkiye’nin yarsının en hayati gündemi olan ÖSYM bu yükün altından nasıl kalkacak? Bu kadar enerjiyi üzerinde taşıyan kurum nasıl yoluna devam edecek? Bu sorular bizi eğitim-öğretim aşamalarının merkezi sınav odaklı yürütülmesini tartışmamızı ister. Fakat ne yazık ki her geçen gün yeni sınavlarla bu sarmal içerisinde kaotik yolculuğa devam ediyoruz.
Bu kadar yoğun bir sınav yükü ve sonuçları bakımından bu denli stratejik kurumun göz önünde olması kaçınılmaz. Zaman zaman ortaya çıkan teknik hatalar da kamuoyunda bir süre sonra bir güven zedelenmesine neden oluyor. Geçmişte merkezi sınavlara şaibe düşüren kötü niyetliler sınavların uygulandığı illerde ve binalarda karşımıza çıkardı. Yerine adam sokma, adaylara kurum içinde yardımcı olma ve soru kitapçığını önceden ele geçirme biçiminde suistimaller haberlere konu olurdu.
Bir önceki başkan Ali Demir yönetimi bu açığa odaklanmış ve sınavın güvenliği açısından son derece yeterli güvenlik önlemleri almaya çalışmıştı. Matematik biliminin avantajları ile kişiye özgü kitapçık, barkotlu evraklar, lojistik, denetimli ve kayıtlı sınav uygulama süreçleri neredeyse yeniden düzenlenmişti. Doğrusu ben de heyecanlanmıştım.
Gözetmenlerin ve salon başkanlarının küpelerine ve saatlerine kadar her türlü güvenlik kaygısı göz önünde bulunduruluyordu. Son derece şüpheci bir süreç uygulayıcıların da motivasyonu bozacak düzeye gelmişti.
ÖSYM taşrasında bu tür teknik önlemler alınırken matbaası, soru hazırlama ve değerlendirme süreçleri de Ankara’da tartışılıyordu. Fakat ne yazık ki kurumun yaptığı sınavlara olan güvenilirlik sağlanamadığı gibi 17/25 Aralık 2013 sonrası o zamanki adıyla paralel şebekeleşme iddiaları kurum üzerinde yasal süreçlere konu olmuş, özellikle 2010 KPSS ile FETÖ/PDY ilişkisi yargı sürecine taşınmıştı.
15 Temmuz hain ve kanlı darbe girişimi sonrasındaki süreç, sınav ve darbeciler arasındaki kadim ilişkiyi gün gibi ortaya çıkarmıştır. Darbe girişiminden bir ay kadar sonra 23 Ağustos 2016 tarihinde önceki başkan Ali Demir hakkında dava açılmıştır. Karar yüce adaletin.
Nisan 2015’te görevi devralan Prof. Dr. Ömer Demir, kurum üzerinde yeni bir duyarlılığı hayata geçirdi. Özellikle sınavların uygulama ve ölçme-değerlendirme süreçlerine yöneldi. Ömer Demir kurumda daha çok işin teknik boyutuna odaklandı. Özellikle 15 Temmuz sürecinde güvenliğin hat safhaya çıktığı bir dikkat kurumu biraz sertleştirmiş olabilir. Yapı itibariyle de disiplinli bir yönetici olan Ömer Demir sosyal iletişim araçlarında kendisini anlatmak istemedi, daha çok işe odaklandı.
Bana kalırsa zaman zaman kamuoyunu bilgilendirmesi gerekirdi. Toplum, güveneceği ve hayati sonuçları emanet edeceği bu kesin ve kararlı yüzü görmek ve ilk ağızdan duymak istedi. Temel eksik bu oldu sanırım. Ama Prof. Dr. Ömer Demir’in istifasını hazırlayan süreç teknisyenlerin ve uzmanların hatalarının ona fatura edilmesi nedeniyledir. Tarafsız bir değerlendirme yapacak olursam son yirmi yılda en duyarlı ve en fedakâr ÖSYM Başkanı Sayın Ömer Demir olmuştur.
Bu istifa ile benzeri sorunlar ortadan kalkmayacaktır. Sorumluluğu bu denli ağır kurumun hata ve yanlışlarını bir kişiye mal edemeyiz. Yeni bir idari yapı ile riskler dağıtılmalı ama daha önemlisi bu merkezi sınav düzeninin de eğitim kalitemizi yükseltmediğini anlamaya çalışmalıyız…