Son günlerde Ortadoğu’da yeni bir diplomatik hareketlilik yaşanıyor. Türkiye, Rusya ve İran kendi aralarındaki anlaşmazlıklara rağmen Amerikan siyasetine karşı pozisyonlarını korumaya çalışıyorlar. Üç liderin Tahran Zirvesi’nde, ABD’ye “Suriye’den çekilme” çağrısında bulunması, bu duruma işaret ediyor.
Fakat üç lider, ABD’nin çekilmesiyle ortaya çıkacak boşluğun nasıl doldurulacağı konusunda henüz anlaşmış değil. Üç ülke de Suriye’nin toprak bütünlüğünü destekliyor. Buna şüphe yok. Rusya ve İran’ın Esad rejimini ayakta tutmaya çalıştığı da ortada. Bu çerçevede Tahran ve Moskova, ABD’den doğacak boşluğun rejim güçleriyle doldurulmasına taraftar.
Her iki ülke, ABD’nin desteğiyle PKK’nın Suriye’deki uzantısı YPG üzerinden oluşturulmaya çalışılan yapının dağıtılması ve önlenmesi karşılığında, Türkiye’den bu politikaya destek vermelerini talep ediyor.
Diğer taraftan Rusya ve Çin’in Ortadoğu’da daha fazla görünür olduğu bir dönemde, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan ile gergin ilişkileri bulunan ABD Başkanı Joe Biden’ın, “Ortadoğu’da Rusya ve Çin’e dolduracak boşluk bırakmayacağız” stratejisiyle, yüzünü yeniden Ortadoğu’ya döndüğü görülüyor.
Biden’ın, Suudi Arabistan öncülüğündeki Arap koalisyonunun Yemen’e yönelik operasyonlarına verilen destekleri durdurması, İran politikasında yumuşamaya yönelmesi ve Arap liderlerle arasına ciddi mesafeler koyması, Suudi Arabistan ve BAE gibi tarihi ortaklarının, Rusya ve Çin’le daha yakın ilişkiler kurmalarına yol açmıştı. Nihayetinde ABD’nin Ortadoğu’daki Arap ortakları, Rusya’ya yönelik yaptırımlara destek vermeyerek Washington’a karşı tavırlarını bir üst seviyeye taşımaktan çekinmediler.
Trump’ın Ortadoğu’daki en önemli “başarısı”, Arapların yönünü İsrail’den İran’a çevirmesiydi. Arap devletleriyle İsrail arasındaki normalleşme sürecini taçlandıran İbrahim Anlaşmalarının temel motivasyonu, Araplar arasında oluşturulan İran karşıtı cepheydi. Biden liderliğindeki ABD’nin, İran’la nükleer anlaşma için yeniden masaya oturması, bu ülkeleri Washington’a karşı güven bunalımına sürüklemişti.
Biden, 2018 yılında Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın Suudi Arabistan’ın İstanbul’daki konsolosluğunda öldürülmesinden, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ı sorumlu tutuyordu. Ancak Biden’ın Rusya’nın törpülenmesi ve yükselen akaryakıt fiyatlarının düşürülmesi için yoğun bir baskı altında olduğu çok açık.
Dolayısıyla Biden’dan beklenen, ahlaki öfkesini bir kenara koyması ve Amerika’ya bu kazanımları getirecek adımları bir an önce atması. Öyle ki Çin ve Rusya’nın oluşturduğu jeopolitik kaygıların yanında Amerika’da enerji fiyatlarının körüklediği yüksek enflasyonun, Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nün (OPEC) kıymetli üyesi Suudi Arabistan konusunda Biden’ın fikrini değiştirmesine öncülük ettiği anlaşılıyor.
Amerika’nın ilgisini Hint-Pasifik’e kaydırdığı çok açık. Ancak Ortadoğu, Londra ve Washington’tan yükselen bir takım sesler, Ortadoğu’nun Tayvan ve Güneydoğu Asya kadar önemli olduğu konusunda direniyor. Bu güçlerin talebi, Amerika’nın bölgedeki varlığını azaltma yerine artırmasıdır. Şayet bu yaklaşım galip gelirse, ABD’nin Ortadoğu politikası eski şahinliğine geri dönebilir. Bu minvalde önceliğin Arap-İsrail normalleşmesinin devamına verilmesi muhtemeldir.
Biden’ın, İsrail ve Suudi Arabistan arasındaki normalleşme sürecine katkıda bulunmak için Mısır’a ait olan ve yıllar önce Riyad’a devrine karar verilen Tiran ve Sanafir adalarında bulunan ABD askerlerinin çekileceğini duyurması; Riyad yönetiminin de hava sahasını İsrail’i de kapsayacak şekilde tüm sivil uçuşlara açma kararı alması, bu politikanın bir yansıması olarak değerlendirilebilir.